30 Mart 2010 Salı

Lanetli Sefer (The Cursed Expedition) - Stephen King

Lanetli Sefer (The Cursed Expedition) - Stephen King

“Ehh” dedi Jimmy Keller, çölün ortasında, üzerinde roketin durduğu rampaya bakarak. Yalnız bir rüzgâr esti çölün içinden ve Hugh Bullford “Evet, Venüs için yola çıkma vakti geldi sayılır. Neden? Neden Venüs’e gitmek istiyoruz?” dedi.

“Bilmiyorum” dedi Keller. “Hiç bilmiyorum.”

Roket Venüs’e iniş yaptı. Bullford havayı inceledi ve şaşırmış bir tonda “Nasıl olur, bu, o eski güzelim Dünya havası! Tamamıyla solunabilir!"

Dışarı çıktılar ve bu sefer şaşırma sırası Keller’daydı. “Olur şey değil, tıpkı dünyadaki ilkbahar gibi! Her yer bereket dolu, yeşil ve güzel. Vay be… Burası cennet!”

Dışarı koştular. Meyveler sıra dışı ve lezzetli, sıcaklık mükemmeldi. Gece olduğunda, dışarıda uyudular.

“Buraya Cennet Bahçesi diyeceğim” dedi Keller hevesli hevesli.

Bullford ateşe gözlerini dikti, “Buradan hoşlanmıyorum Jimmy. Sanki her şeyde bir sorun var. Burayla ilgili bir şey var… Kötü bir şey.”

“Seni uzay tutuyor galiba” diye alay etti Keller. “Uyu artık.”

Ertesi sabah James Keller ölmüştü.

Yüzünde, Bullford’un bir daha görmeyi ummadığı, dehşet dolu bir bakış vardı.

Onu gömdükten sonra, Bullford Dünya’yı aradı. Hiç yanıt almadı. Telsizin işi bitmişti. Bullford telsizi söktü ve tekrar bir araya getirdi. Telsizle ilgili bir sorun yoktu, ama gerçek ortadaydı: Çalışmıyordu.

Bullford’un endişesi ikiye katlandı. Dışarı koştu. Etraf önceki gibi sakin ve huzurluydu. Ama Bullford onun içindeki kötülüğü görebiliyordu.

“Onu sen öldürdün!” diye haykırdı. “Bunu biliyorum!”

Birden yer yarıldı ve Bullford’a doğru ilerledi. Aklını oynatmak üzereyken, gemiye doğru koştu. Ama öncesinde yanına bir parça toprak aldı.

Toprağı tahlil etti ve ardından dehşete kapıldı. Venüs canlıydı.

Birden uzay gemisi yana doğru yattı ve devrildi. Bullford çığlık attı. Ama toprak, gemiyi kapladı ve ardından sanki dudaklarını yaladı.

Sonra yine eski halini aldı, bir sonraki kurbanını beklemeye koyuldu…

Çev: Bülent Özgün ve Turabi Elmacıoğlu

Metnin aslı için buraya bakınız.

28 Mart 2010 Pazar

Asla Ardına Bakma ( Never Look Behind You )- Stephen King

Yaşlı bir kadın, içeri öylece, dilediği gibi girebileceğini düşündüğü sırada, George Jacobs ofisini kapatıyordu.

Bugünlerde pek kimse aşındırmıyordu kapısını. İnsanlar George’tan nefret ediyorlardı. On beş yıldır insanların ceplerindeki parayı sömürüyordu. Hiç kimse onu kazıklayamazdı. Neyse biz öykümüze dönelim.

İçeri giren yaşlı kadının sol yanağında çirkin bir yara vardı. Elbiseleri pis paçavralar ve başka kaba saba şeylerden ibaretti. Jacobs parasını sayıyordu.

“İşte! Elli bin dokuz yüz yetmiş üç dolar, altmış iki sent.”

Kesin olmak, Jacobs’ın her zaman hoşuna giderdi.

“Sahiden çok para,” diye konuştu kadın. “Harcayamayacak olman çok kötü.”

“Ne –Sen de kimsin?” diye sordu Jacobs, yarı şaşırmış halde. “Ne hakla beni gözetliyorsun?”

Kadın cevap vermedi. Kemikli elini yukarı doğru kaldırdı. Adamın boğazında bir ateş parladı – ve bir çığlık. Ardından George Jacobs, son bir hırıltıyla öldü.


“Onu neyin –ya da kimin- öldürmüş olabileceğini merak ediyorum?” dedi genç bir adam.

“Öldüğüne sevindim” dedi diğeri.

Şanslıydı.

Ardına bakmamıştı.

ç.n. Bu minik öykü de 1960 yılında(12 yaşındayken) Stephen King tarafından, arkadaşı Chris Chesley ile beraber çıkardıkları bir fanzin (People, Places and Things) için yazılmıştır. Öykülerin sekizi King'e aittir.

Çev: Bülent Özgün

Öykünün aslı: http://snarkss.livejournal.com/12566.html

27 Mart 2010 Cumartesi

Sisin Diğer Tarafı ( The Other Side Of The Fog ) - Stephen King

Pete Jacob dışarıya adımını attığı anda sis birden evini yuttu ve Jacob etrafını tamamıyla saran beyaz tabakanın dışında hiçbir şey göremedi. Bu ona, dünyadaki son insan olduğuna dair garip bir his verdi.

Birden Pete’in başı döndü. Midesi alt üst oldu. Düşen bir asansördeki biri gibi hissetti. Sonra bu his geçti ve yürümeye devam etti. Sis dağılmaya başladı ve Pete’in gözleri, korku, dehşet ve şaşkınlıkla kocaman açıldı.

Şehrin ortasında duruyordu.

Fakat en yakın şehir kırk mil uzaktaydı.

Bu şehir de neyin nesiydi! Pete hiç böyle bir şey görmemişti.

Yüksek kuleli zarif binalar göğe değiyordu sanki. İnsanlar hareketli bir taşıma bandı üzerinde ilerliyorlardı.

Bir gökdelenin köşetaşında* 17 Nisan 2008 yazıyordu. Pete geleceğe gitmişti. Ama nasıl?

Pete birden korkuya kapıldı. Dehşetli, müthiş bir korkuya.

Buraya ait değildi. Burada kalamazdı. Uzaklaşan sisin peşinden koştu.

Garip giysili bir polis memuru sinirli sinirli bağırdı.

Yerden on beş-yirmi santim yüksekte giden garip arabalar, az kalsın ona çarpacaklardı. Ama Pete kurtuldu. Tekrar sisin içine doğru koştu ve birden her şey karanlığa büründü.

Sonra o his yine belirdi. O tuhaf düşme hissi… Ardından sis dağılmaya başladı.

Burası eve benziyordu…

Birden, kulakları sağır eden bir çığlık duyuldu. Pete arkasını döndü ve ona doğru ağır ağır yaklaşmakta olan tarih öncesine ait dev bir brontosaurus gördü. Küçük yuvarlak gözlerinde öldürme arzusu vardı.

Dehşet içinde, tekrar sisin içine doğru koştu.

Bir dahaki sefere sis sizin üzerinize kapanır ve siz, o beyazlığın içinde koşan telaşlı adımlar duyarsanız… Seslenin.

Bu, Sisin kendine ait tarafını bulmaya çalışan Pete Jacobs olabilir…

Zavallı adama yardım edin.

 *Binanın dış yüzeyinde, görünür bir yere (ekseriya köşelere) yerleştirilen, üzerinde binaya dair bilgilerin(yapım tarihi, mimar, vs) barındığı özel taş.
Çev: Bülent Özgün

Ökünün aslı için buraya gidin.

26 Mart 2010 Cuma

Kaçmak Zorundayım ( I’ve got to get away ) - Stephen King


“Ne yapıyorum burada?” diye şaşırdım birden. Dehşete kapılmıştım. Hiçbir şey hatırlayamıyordum, ama buradaydım, bir atom fabrikasında montaj hattında çalışıyordum. Tek bildiğim adımın Denny Philips olduğuydu. Uykudan yeni uyanmış gibiydim. Bu yer korunuyordu ve muhafızların silahları vardı. İşlerini ciddiye aldıkları belliydi. Başka çalışanlar da vardı ve zombiyi andırıyorlardı. Mahkûm gibi görünüyorlardı.

Ama sorun bu değildi. Kim olduğumu bulmak zorundaydım… Ve ne yaptığımı.

Kaçmak zorundaydım.

Bulunduğum yerden ayrıldım. Muhafızlardan biri bağırdı, “Oraya geri dön!”

Odanın karşısına doğru koştum, bir muhafızı devirdim ve kapıdan çıktım. Silahların patlayışını duydum ve bana ateş ettiklerini anladım. Ama zihnimdeki o güdüleyici düşünce bastırıyordu:
Kaçmak zorundayım!

Diğer kapının önünü kesen bir grup muhafız daha vardı. Tuzağa düşmüşüm gibi geliyordu, ta ki aşağı doğru sarkan bir mekanik kol görene kadar. Kolu yakaladım ve bir sonraki iskeleye doğru, üç yüz fitten fazla yukarı çekildim. Ama bu iyi değildi. Orada bir muhafız vardı. Beni vurdu. Kendimi çok halsiz hissettim, başım dönüyordu… Büyük karanlık bir çukura düştüm…

Muhafızlardan biri şapkasını çıkardı ve başını kaşıdı.

“Bilmiyorum Joe, hiç bilmiyorum. Çok büyük ilerleme kaydediyoruz… Ama şu x-238A… Denny Phillips, ismindeki… Onlar harika robotlar… Ama arıza çıkarıyorlar, arada sırada, sanki bir şey arıyor gibiler… İnsan gibi. Aman neyse.”

Bir kamyon geçip gitti. Yan yüzünde bir yazı vardı, şöyle yazıyordu: ACME ROBOT ONARIMI
İki hafta sonra, Denny Phillips işine geri döndü… Gözlerinde boş bakışlar… Ama birden…

Gözleri netleşir… Ve, o karşı konulmaz düşünce belirir:
KAÇMAK ZORUNDAYIM!

Çev: Bülent Özgün

Metnin aslı için buraya bakınız.

21 Mart 2010 Pazar

Yolun Sonundaki Otel - Stephen King (Hotel at The end of The Road - Stephen King)



































“Daha hızlı!” dedi Tommy Riviera. “Daha hızlı!”

“Şu anda 85 basıyorum” dedi Kelso Black.

“Polisler hemen arkamızda,” dedi Riviera. “90’a kökle”. Pencereden dışarı doğru eğildi. Kaçan arabanın ardında bir polis aracı vardı, ciyaklayan sireni ve yanıp sönen kırmızı ışığıyla.

“İlerdeki yan yola gazlıyorum.” Diye homurdandı Black. Direksiyonu çevirdi ve araba etrafa çakıl saçarak dolambaçlı yola döndü.

Üniformalı polis başını kaşıdı. “Nereye gittiler?”

Ortağı kaşlarını çatarak baktı. “Bilmiyorum. Birden… Kayboldular.”

“Bak” dedi Black. “İlerde ışıklar var.”

“Bu bir otel,” dedi Riviera şaşkınlıkla. “Bu toprak yolun üstünde, bir otel! Şu Allah’ın işine bak! Polisler asla oraya bakmazlar!”

Black, arabanın lastiklerini umursamayarak, freni kökledi. Riviera arka koltuğa uzanıp siyah bir çanta aldı. İçeri girdiler.

Otelin, 1900lü yılların başından kalma bir görüntüsü vardı.

Riviera sabırsızca zile vurdu. Yaşlı bir adam ayaklarını sürüyerek çıktı. “Bir oda istiyoruz” dedi Black.

Adam ses çıkarmadan onlara baktı.

“Bir oda!” diye tekrar etti Black.

Adam ofisine tekrar gitmek için gerisin geri döndü.

“Hey, yaşlı adam!” dedi Tommy Riviera. “Kimse bana böyle davranamaz.”

35’liğini çekti. “Şimdi bize bir oda ver.”

Adam devam etmeye hazır gibi görünüyordu ama sonunda şöyle dedi: “Oda 5. Koridorun sonunda.”

Onlara imzalamaları için bir kayıt defteri vermedi, onlar da yukarı çıktılar.

İki kişilik demir bir karyola, kırık bir ayna ve kirlenmiş duvarkağıdı dışında bomboş bir odaydı.

“Aah, ne berbat bir yer burası!” dedi Black, iğrenerek. “Bahse varım, burada beş galonluk bir tenekeyi dolduracak kadar hamamböceği vardır.”

Ertesi sabah Riviera uyandığında, yataktan kalkamadı. Hiçbir kasını oynatamıyordu. Felç olmuştu. Az sonra yaşlı adam göründü. Elinde, Black’in kollarına soktuğu bir iğne vardı.

“Demek uyandın,” dedi. “Benim, benim, siz ikiniz yirmi beş yıldır benim müzeme yapacağım ilk katkılarsınız. Ama sizler iyi muhafaza edileceksiniz. Ve ölmeyeceksiniz.”

“Sizler, canlı müzesi koleksiyonumun diğer parçalarına katılacaksınız. Hoş parçalar.”

Tommy Riviera, dehşetini dahi ifade edemedi.

ç.n. Bu minik öykü 1960 yılında(12 yaşındayken) Stephen King tarafından, arkadaşı Chris Chesley ile beraber çıkardıkları bir fanzin(People, Places and Things) için yazılmıştır. Öykülerin sekizi King'e aittir.

Çeviren: Bülent Özgün


Öykünün aslı için buraya bakınız.

13 Mart 2010 Cumartesi

Adam Gibi Adam




















Veyis’e

Şimdi

Yürüyordur

Yüreğinde başkalarının acıları,

Sesinde özlem türküsü.

Bir kedi, kahve önü, otobüs durağı, derslik kapısı.

Yürüyordur adamlığa doğru

Biz ardında.


Çok özledim onu.

Gelse de sımsıkı sarılsak;

Üç beş kıza laf atsak.

Gelse de ağlasam ellerine doyasıya.


Yaşımız aynı da olsa

Kalbi büyüktür benimkinden.

Abimdir.

İçindeki çocuk

Koşar hala aynı sokaklarda.