6 Aralık 2012 Perşembe

SSSZ: Türkiye Bilişim Derneği 14. Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda İkinci Olan Öyküm

Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlediği 14. Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda ikinci olan, daha doğrusu ikinciliği Tevfik Uyar'ın "Son Mektup" adlı öyküsüyle paylaşan öyküm:



Daha rahat okuyabilmek için: http://www.bilisimdergisi.org/s149/index.html?page=176

Üçüncü olan öyküler:
"Olmak ya da Olmamak" (Özgür Hünel) :  http://www.bilisimdergisi.org/s149/index.html?page=182
"Çember" (Emrah Koçak) :  http://www.bilisimdergisi.org/s149/index.html?page=180

İkinciliği paylaştığım öykü:
"Son Mektup" (Tevfik Uyar) :  http://www.bilisimdergisi.org/s149/index.html?page=178

Ve birinci:
"SOSYAL (ve ilahi) (ko)MEDYA" (Murat Başekim) : http://www.bilisimdergisi.org/s149/index.html?page=174

20 Eylül 2012 Perşembe

Şafak Vakti - Elie Wiesel




Elie Wiesel'in güzel romanı. Türkçeye Şafak Vakti ismiyle çevrilmiş. Gece, Şafak Vakti ve Gündüz isimli üçlemenin ikinci kitabı. Çeviren Tuvana Gülcan, kitabın şiirsel üslubunu mükemmel taşımış Türkçeye. Tökezleyen, garip gelen tek bir cümle bile yok. Elleri dert bulmasın.

Kitaba gelirsek: Filistin’i işgal eden İngilizlere karşı mücadele veren "Hareket" adlı örgütün genç üyesi Elisha'ya, ellerinde tutuklu bir İngiliz subayı'nı öldürme görevi verilir. Çünkü örgüt üyelerinden biri de İngiliz ordusu tarafından yakalanmıştır ve şafak vakti idam edilecektir. Ölüme karşı ölüm. Her iki grup da gücünü göstermek için geri adım atmak istemezler. İkinci dünya savaşı sırasında Nazilerin Yahudi zulmünden kurtulup hayatta kalan Elisha için bu görev bambaşka acılar ihtiva etmektedir. Şafak vakti gerçekleşecek olan idam anı yaklaştıkça Elisha; savaş, onun anlamsızlığı ve insanların savaş yüzünden neye dönüştükleri üzerine derin düşüncelere dalar. Geçmişini inşa eden tüm ölülerle konuşur ve bir insanı öldürecek olmanın ağır yükünü hafifletmeye çalışır.

Tüm bunlar Elisha'nın ağzından şiirsel bir biçimde aktarılıyor. Elisha'nın içinde bulunduğu zor durumun getirdiği acı, onu Elisha yapan anılar ve kişilerin hayalinde vücut buluyor. Yazar Elie Wiesel, tarafsız davranıp edebiyatı politikaya alet etmiyor. Kimin haklı olduğu konusunda büyük cümleler kurmuyor. Sadece hiç tanımadığı bir adamı, tamamen anlamsız bir nedenden öldürmesi gereken bir gencin yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor. Bunu da bir çırpıda ve etkili bir biçimde yapıyor.

"- Buralı değilim, diye yanıtladı, konuşmaktan çok dinleyen sesiyle." (s. 8)

"Gündüz sarf edilen bir cümle, gece olup da yankısı bize ulaştığında, daha farklı, daha derin, daha ırak bir anlama bürünür. İnsanların trajedisi ne zaman gece, ne zaman gündüz olduğunu bilmemeleridir. Gündüz söylemeleri gereken şeyleri gece söylerler." (s. 10)

"Bir insan ne zaman insandır? Evet derken mi, hayır diye haykırırken mi? Acı insanı neye ulaştırır? Saflığa mı canavarlığa mı?" (s. 17)

"- İki adam yarın, şafak vakti ölümle karşılaşmaya hazırlanıyor, dedi ilana her gün yeniden yazılan bir Kitab-ı Mukaddes'ten bölüm okuyormuşçasına." (s. 25)

"Niçin bir insanın öldürmeye hakkı yoktur? Öldürerek, diye açıklamıştı, insan tanrı olur. Ve bu kadar kolay tanrı olmaya hakkımız yok." (s. 30)

"Aptal! Cesur bir aptaldan daha tehlikeli, daha korkunç hiçbir şey yoktur." (s. 35)

"- İdam mahkumunun son yemeği, diye bağırdım, son yemeği, yalandır. Çok geçmeden ölecek birine yöneltilen bir alay, bir hakarettir." (s. 45)

"Ondan nefret etmiyordum. Ondan nefret etmeyi isterdim. Nefret -tıpkı savaş, aşk ve inanç gibi- her şeyi haklı gösterir, her şeyi açıklar." (s. 92)

9 Ağustos 2012 Perşembe

The Summer of Katya / Katya'nın Yazı - Trevanian



Başından sonuna farklı bir kitap Katya'nın Yazı. Trevanian'ın ne kadar yetkin bir yazar olduğunu suratınıza çarpıyor bu farklılık. Klasik bir aşk öyküsü gibi görünen yönünde bile farklı tınılar var kitabın. Doktor Montjean ile Katya arasındaki bağ, aşkın basit bir sunumu değil. O şok edici sonu olmasa bile çok güzel ve gizemli bir aşk bu. Okuyanı kendi geçmişine sürükleyecek kadar etkili.

Hızı hiç kesilmeyen bir anlatım hakim kitaba. Tek bir noktasında bile sıkılmıyorsunuz. Hikayenin arkasından kendini belli belirsiz gösteren gizem, heyecanı sürekli ayakta tutuyor. Bir kendinizi bıraktınız mı tadından yenmeyecek harika diyaloglar var.
Karakterler o kadar kuvvetli ki zihinde canlandırmak için hiç çaba sarf etmiyorsunuz: Montjean, Katya, Doktor Gros, Paul, bay Treville ve hatta Bask festivalindeki delikanlılar, kızlar. Hepsinin hislerini duyabiliyor, zihinlerini okuyabiliyorsunuz. Bunları 1. tekil şahıs anlatıcıyla okura yansıtmak her yazarın harcı değil bana kalırsa.

Trevanian okumaya Şibumi'den başlayan tutucu bir okursanız, Katya'nın Yazı'nı beğenmeyebilirsiniz; ama çok akıllı, eğlenceli ve gizemli karakterlerle dolu, harika bir kurguya sahip iyi bir kitap okumak niyetindeyseniz zevkle okuyacaksınız. Kitapta yer alan özdeyiş kıvamındaki cümleler ise zevkinizi katlayacak. Tabi bu güzel cümlelerin harika çevirisi için çevirmeni de anmak gerek: Belkıs Çorakçı Dişbudak, zihni dert bulmasın, harika çevirmiş kitabı; sarkan, tökezleyen bir cümle bile yok.

Tadımlıklara geçelim:

"Bu gözlemlerimi onunla paylaşırken herhalde kendimi olağanüstü dürüst ve açık sözlü hissediyordum, çünkü gençliğin o kayıtsız güveni içinde, duygusuzluğu sık sık açık sözlülükle karıştırmaktaydım." (s. 9)

"Derken bir sonbahar sabahı, kendimi birden kırk beş yaşında buldum; kırk beş demek, gençlik umutlarının, orta yaş başarılarıyla karşılaştırılıp tartıldığı zaman demektir." (s. 15)

"Güneşin sıcağından zevk alıyor, arabanın hareketinden kaynaklanan rüzgardan hoşlanıyor, kendisine bunca zevki veren zamana, o da geri gülümsüyordu. Ben de sevimli, isimsiz bir varlıkmışım gibi bu gülümsemenin içine alınıyordum." (s. 23)

"Ama aşkı oluşturan zerrecikler, bölünüp analizi yapılamayacak kadar küçük şeylerdir. Nasıl aşkın tümü, bir anda, bir tek bakış açısında görülemeyecek kadar büyükse, bu da tam tersine." (s. 32)

"İtiraf ruha iyi gelir, Montjean. Ruhu boşaltır, yeni günahlar için yer hazırlar." (s. 50)

"İnsanın kendini farklı sanmasından daha sıradan, daha olağan bir şey yoktur." (s. 107)

"Sesinin tonundan bana öğüt vermeye hazırlandığını anlıyorum... Vermesi almasından zevkli olan tek şey." (s. 131)

"Taşra dedikodularının kurbanlarına da pek acırım. Dedikodu bizim kadınlarımıza günahın tadını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemeyecekleri günahlar. Çünkü onları çaresizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz." (s. 136)

"Ortaçağ insanlarının tanrısı gerçek bir tanrıymış kuşkusuz! Irmaklarda, yağmurlarda varmış o. Bizim tanrımız gibi uzakta var olan, yalnızca ebedi mutlulukla ebedi ceza arasında bir tür komisyonculuğa benzer iş yapan bir varlık değilmiş." (s. 158)

not: Türkçe baskısında olmayan bir kaç satır vardır kitabın sonunda. Kitabı okumayanlar yazının devamını okumasınlar. Keyif kaçırıcı bilgiler içerir.

Beginners



Saf ve dolaysız bir biçimde, aşkın peşinde koşmayı kendisine konu edinen çok güzel bir film bu. Yaşlı, eşcinsel ve hasta bir baba, neredeyse ömrü boyunca ertelediği mutluluğun ve tutkunun peşinde koşuyor; ama genç oğlu, toplum tarafından çok daha kabul görür bir cinsel eğilime (karşıcinsel) ve sağlıklı bir bedene sahipken mutluluğa ve tutkuya babası denli tutunmuyor. Temel izlek bu olsa da her iyi film gibi Beginners da güzelliğini insana dair ayrıntıları başarılı bir şekilde aktarışına borçlu. Su gibi içinize akan bir film bu. Filmdeki ana aşk hikayesi olan Oliver-Anna aşkı o kadar gerçek ki insanın içine oturuyor. Aslında o kadar da uzak olmayan mutluluğun nedensiz bir biçimde insanların ellerinden kayışı her gün yeryüzünün bir yerinde yaşanıyor. Aşklar çok büyük felaketler olmadan da bir anda bitiveriyor bir yerlerde.
Oliver, babasının eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra, aralarındaki bağ geçmişte hiç olmadığı kadar kuvvetleniyor. Bunu, belki, babanın ölüme çok yakın oluşuyla açıklayabiliriz ama bence daha çok babanın gerçek kimliğine kavuşmasıyla ilintili. Yıllardır kendisinden uzak duran, arzuladığı hayatı yaşamak fikrinden bile utanç duyan bir adam çocuğuyla nasıl yakınlaşabilir ki?
Filmdeki anne figürünün de çok baskın olduğu gözlemlenebilir. Oliver'ın çocukluk anılarının içinde karanlık ve gelip geçici bir figür olan babanın yanında annesi çok sağlam ve güçlü. Aralarındaki bağı tanımlayan ilginç sahneler mevcut.
Geveze bir film yapmaktan imtina edip sessizliklere yoğun anlamlar yükleyerek harika bir iş çıkarmış Mike Mills. Avaz avaz bağırmayan, sessizliği kutsayan bir film bu. Görsel öğeler anlatımı güçlendirmek için kullanılmış, özellikle anlatıcı geçmişten bahsederken bir dizi fotoğraf geçiyor ve anlatıcı "... yılında köpekler, yıldızlar, güneş, insanların öpüşmesi böyleydi" minvalinden cümlelerle resimlere eşlik ediyor.
Çok aydınlık bir film değil, hiç bir zaman tamamen aydınlık tamamen coşkulu olmuyor. Arka fonda hep bir hüzün hakim.
Genç oyuncular Ewan Mcgregor ve Mélanie Laurent sade ve başarılı. Yaşlı gay baba "Hal" rolündeki Christopher Plummer ise rolünün belirgin yanlarını fazla sivriltmeyerek müthiş bir iş başarıyor: basmakalıp bir gay oyunu çıkarmıyor, abartılı bir kanser hastası olmuyor; ömrünün son demlerini mutlu ve kendisi gibi geçirmek isteyen bu tatlı ve yaşlı adamı çok başarılı yansıtıyor. Hal'ın genç sevgilisi gay Andy'yi oynayan hırvat aktör Goran Visnjic de az ve öz oynuyor.
Ve müzik: Neredeyse oyunculardan rol çalarak geldiğini belli eden filmin müzikleri muhteşem. Özellikle bir bach suitinin trompetle yorumu insanı hüznün içine batırıp çıkarıyor: http://www.youtube.com/watch?v=uib1mg-yeuc
bahsedecek çok şey var ama kısa kesip söyleyeyim: Uzun zamandır bu denli içe dokunur bir film izlememiştim.

5 Temmuz 2012 Perşembe

No Church In The Wild - Türkçe Çevirisi / Doğada İz Yok Kiliseden (Çeviri: Bülent ÖZGÜN)



No Church In The Wild / Doğada İz Yok Kiliseden - Kanye West feat. Jay-Z (Türkçe Çevirisi)
[nakarat: frank ocean]
Kalabalıklar içinde bir insan nedir ki?
Ya o  kalabalıklar bir kral için?
O kral bir tanrı için ne?
Ve tanrı nedir ki hiçbir şeye inancı olmayan için?
Sağ çıkar mı peki inanmayan bu mücadeleden?
Dert değil, doğada iz yok kiliseden.

[1. kıta: jay-z]
Anıtmezarın üzerine düşen yaşlar
Kolezyum kapılarındaki kan izleri
Bir rahibin dudağındaki yalanlar
Şölene dönmüş şükran günleri
Rolls Royce Corniche’in içinde
Yalnız doktorlara layık araba, benimse polis ensemde
Kokain koltuklar, bembeyaz sanki hepsini ben ağarttım
Uyuşturucu satıcısı çekmiş takımı, merak ediyorum eşkıyanın duası kabul olur mu?
Dindar, Tanrı dindarı sever diye mi dindar?
Sokrates sordu kimin bu peşine düştüğünüz yargılar?
Hepsi Plato için bu çığlıkların
Ben burada dönüp duruyorum, biliyorum duyuyorsunuz sinsi adımlarımı
İsa marangozdu, Yeezy(1) de ritmleri inşa etti.
Hova’ysa(2) Kutsal Ruh’u ritmlere katar, kalkın lanet yerlerinizden, başla vaaza!

[nakarat: frank ocean]
Kalabalıklar içinde bir insan nedir ki?
Ya o  kalabalıklar bir kral için?
O kral bir tanrı için ne?
Ve tanrı nedir ki hiçbir şeye inancı olmayan için?
Sağ çıkar mı peki inanmayan bu mücadeleden?
Dert değil, doğada iz yok kiliseden.

[geçiş: the-dream]
Ben seninle hayattayım, arzu
Ben seninle ayaktayım, yürüyorum ateşe doğru
Senin sevdan benim kutsal kitabım
İzin ver de bu şifrenin içinden çıkayım

[2. kıta: kanye west]
Siyah deri üstünde koko(3)
Zebra çizgisine benzer, orman ateşi(4) diye buna derim.
Sen yönetmeyeceksin bu üçlüyü
Sen git otunu sar, ben idare ederim.
Yarattık biz yeni bir din
Günaha girmezsin alırsan izin
En büyük günah ihanet edersen
O yüzden asla kimseyi becerme bana söylemeden
Güneş gözlüğü ve Advil, dün gece dağıtmışız baya
Güneş doğuyor, saat 5, taksi var mıdır acaba hala?
O leoparlı kız geliyor da aklıma
Ovuyordu odunu özenip Kiki Shepherd’a(5)
İki dövme: Birinde “Özre Gerek Yok” yazıyor
Diğeri “Evlilik aşkı öldürüyor” diyor
Bunları anlatmaz papaz vaazında
Öğretmen de öğretemez sınıfında
Kefenin cebi yok,
Harcıyoruz belki de hepsini, çünkü acı ucuza gelmiyor, başla vaaza!

[nakarat: frank ocean]
Kalabalıklar içinde bir insan nedir ki?
Ya o  kalabalıklar bir kral için?
O kral bir tanrı için ne?
Ve tanrı nedir ki hiçbir şeye inancı olmayan için?
Sağ çıkar mı peki inanmayan bu mücadeleden?
Dert değil, doğada iz yok kiliseden.

Çeviri: Bülent ÖZGÜN

çeviri notları:
(1) Kanye West'in lakabı.
(2) Jay-Z'nin lakabı.
(3) argoda kokain.
(4) "jungle fever" ing. argo. siyahi biriyle beyaz birinin cinsel ilişkiye girmesi.
(5) "Showtime at the Apollo" adlı programda sunucular "Kiki Shepard" ile Steve Harvey ve yarışmacılar, iyi şans getirsin diye bir odunu ovuyorlarmış. Kanye West edepsiz bir gönderme yapıyor. Yarışmacıların odunu nasıl ovdukları buradan görülebilir: http://www.youtube.com/watch?v=BijvjUpGm-0

30 Mart 2012 Cuma

The Beggar and the Diamond / Takdir-i İlahi - Stephen King

YAZARIN NOTU: Bu küçük öykü -aslı bir Hindu kıssasıdır- bana ilk kez New York, Scarsdale’li Bay Surendra Patel tarafından anlatıldı. Serbest bir uyarlama yaptım ve başkarakterlerin Efendi Şiva ve karısı Parvati olduğu öykünün asıl halini bilenlerden özür diliyorum.

Günlerden bir gün, başmelek Uriel asık suratla Tanrı’nın huzuruna çıktı. Tanrı “Ne o, canını sıkan bi’şey mi var?” diye sordu.

“Çok üzücü bi’şey gördüm,” diye yanıtladı Uriel, ve sonra ayaklarının arasını gösterdi. “Aşağıda”

“Yeryüzünde mi?” diye gülümseyerek sordu Tanrı. “Amaan, orada üzüntüden bol ne var! Eh, bi’ bakalım neymiş?”

Birlikte eğildiler. Bir hayli aşağıda, Chandrapur’un arka mahallelerinde, bir kır yolunda ağır aksak ilerleyen pejmürde bir beden gördüler. Pek zayıf bir adamdı, bacakları ve kolları yara bere içindeydi. Köpekler onu sürekli kovalıyorlardı, havlıyorlardı; ama adam, topuğundan ısırdıkların da bile dönüp değneğiyle onlara vurmuyordu; sadece, sağ ayağının üstüne basa basa, güçlükle yürümeye devam ediyordu. Bir anda bir sürü güzel yüzlü besili çocuk, yüzlerinde habis gülümsemelerle, büyükçe bir evden taşarak çıktılar ve zavallı adam elindeki boş dilenci çanağını onlara uzattığı vakit onu taşa tuttular.

“Defol git, seni iğrenç şey!” diye bağırdı bir tanesi. “Tarlalara defol ve geber!”

O an, başmelek Uriel gözyaşlarına boğuldu.

21 Mart 2012 Çarşamba

Katil Ichi / Ichi The Killer / Koroshiya 1


 
Yapım:
2001  -  Japonya 
Tür:
AksiyonDramGerilimKomediKorkuSuç
Süre:
129 dakika
Yönetmen:
Oyuncular:
Müzisyen:
Görüntü Y.:
Senaryo:
Yapımcı:

Ichi The Killer / Koroshiya 1 
 
Uyarlandığı çizgi romana müthiş bir sadakat gösterir bu iç kaldıran film. Neredeyse kare kare işler çizgi romanı. Bu seçim tabii ki hikâyenin sarkmamasına ve tıkır tıkır işlemesine sebep olur. Filmin çok da karmaşık olmayan konusu şöyledir: Yakuza çetelerini birbirine düşürmeyi amaçlayan Jijii ve ekibi, aslında çok saf ve ruhsal açıdan savunmasız olan Ichi'yi, özel yeteneği yüzünden katil olarak kullanırlar. Ichi bir japon yakuza patronunu öldürünce patronun sağ kolu olan Kakihara da kayıp patronunun izini sürerken onu Ichi'nin öldürdüğünü öğrenir ve onun peşine düşer.

Bu basit konu sürerken psikolojik açıdan aşırı derecede sorunlu iki film kişisinin olağan dışı katliamlarını izleriz. Bu film kişileri, zihinlerinin derinliklerindeki doyurulmamış ve zamanla karmaşıklaşmış arzularını ve eksikliklerini öldürme duygusuna koşut bir şekilde doyurmaya çalışırlar. Arzularının esiri olmasına rağmen onları yönetebilecek kadar dirayetli olan Kakihara filmde en çok dikkat çeken kişidir. Ichi, Kakihara’ya göre daha bilinçsizdir, hastadır, handiyse bir hayvana denk düşer. Ichi öldürdüğü ve parçaladığı insanlar yüzünden büyük bir pişmanlık duyar her seferinde, hatta ağlar. Mastürbasyon sonrası duyulan pişmanlığa benzer bu pişmanlık. Zaten cinsel hazzının öldürme anında yükselmesi de bunu kanıtlar. Öldürmek istemez ama arzularına da engel olamaz. Kakihara ise tamamen kontrollüdür ve sapkın arzularının zirvesini acı çekmekte bulur. Kakihara da cinselliğe koşut olarak yaşar doygunluk arayışını. Onun bu zirve arayışı Ichi’de can bulur. Zaten bir süre sonra patronunun katili Ichi’yi değil de nihai orgazmını, acının en üst seviyesini kendisine yaşatacağını düşündüğü yegâne kişi olan Ichi’yi bulmaya adar kendini. Tüm bu kanı, vahşiliği ve bağırsağı gösterirken Takashi Miike’nin özellikle üstünde durduğu seçim ise benim yukarıda yaptığım çıkarımlarla alay etmektir. Gözümüze soka soka anlatır bütün bu vahşiliklerin kişilerin zihnindeki köklerini. Neredeyse yapay sebepler göstererek bu sapkın cinayetlerin asıl sebeplerini asla bilemeyeceğimizi duyurur.