15 Eylül 2010 Çarşamba

Kült! Diye




















Zaman zaman duyup, bazen de kullanmamıza rağmen, bir türlü tam olarak anlayamadığımız bir terimdir kendisi. 'Kült film' dediğimizde hemen hepimiz bir kaç film ismi sayarız; lakin içimizi de bir kurt kemirir "acaba anlamı nedir bu kült denilen şeyin".

Kelimenin kökenine bakarsak (merak etmeyin dilbilim dersi vermeyeceğim) kültür kelimesiyle aynı kökten geldiğini kolayca farkedebiliriz.
Kült ve kültür kelimeleri latince "tapınmak" anlamına gelen 'cultus'tan gelmektedir. Aynı tanrıya tapınanlar birleşince bir kült (din) oluştururlar. Aynı kültü paylaşanlar ise belli bir yaşantı geliştirirler (sabredin yaklaşıyorum), bu yaşantılar da kültürü meydana getirir.

Peki kült filmin yukarıdakilerle bağı ne? Çok kolay:

Ana akımın dışında kalan ,beylik konulara yüz çeviren, farklı çekim teknikleri kullanılan, sıradışı karakterlere sahip, olağandan uzak konuların işlendiği, hiçbir sınıfa koyamadağımız , hiçbir kefeye sığmayan, sinemanın ucunda parendeler atan filmler vardır; işte bu filmler kült olmaya aday filmlerdir ama sadece bu özellikler onları kült yapmaz, olsa olsa "acayip" yapar. Zamanla bu filmleri, yukarıda saydığım özelliklerinden dolayı, belli bir zümre çok sever, izlemeye doyamaz, onunla yatar onunla kalkar,onu savunmaya, koşulsuz sahiplenmeye, ona inanmaya, tapınmaya başlar. Diğer herkes "ne buluyorsun yahu şu filmde" diye söylenedursun, o filmin zümresi bu soruya yüzlerce cevap verebilecek kadar hayrandır filme. Filmin ismini ne zaman duysalar esrik bir gülümsemeyle mutmain bir tavır sergilerler. Bu, o filmin kültleşmeye başladığı andır. O film artık bir nesne değil manevi bir birlikteliğin simgesidir, külttür.

Kısaca: Birilerinin hayran olduğu (hatta tapındığı), çoğunun sevmediği, bu sebeple sık sık bahsi geçen, bahsedildikçe akıllara kazınan, acayip filmlere kült film denir.

The Wrestler - Şampiyon


Gösterim Tarihi : 20 Mart 2009
Yönetmen : Darren Aronofsky
Senaryo : Robert D. Siegel
Görüntü Yönetmeni : Maryse Alberti
Yapım : 2008, , 111 dk.

Oyuncular:

Evan Rachel Wood (Stephanie) , Marisa Tomei (Cassidy) , Mickey Rourke (Randy Robinson) , Ajay Naidu (Medic) , Judah Friedlander (Scott Brumberg)

 

İşini etinden kazanan yalnız bir adamın öyküsü.
Nazik, kibar, hassas.
Filmi keyifle izlememizi, hemencecik içine girmemizi sağlayan da bu hassas duruş; o iri yarı, sarsılmaz vücudun içindeki kırılgan ruh.
Aşırı bir okumayla onu hz isa'ya bile benzetebiliriz. isa kuzu, o "koç". Başkalarının günahları için vücudunu parçalıyor. İnsanlığın içindeki o bitmek bilmeyen şiddet eğilimini kendi bedeninde işleyerek onları arındıran bir kurtarıcı o.
Yalnız.
Uyuşamadığı kızı ve kendisi gibi etiyle para kazanan yalnız bir kadın dışında kimsenin umrunda değil varlığı; gerçek dünyaya tutunmasının iki güzide sebebi onlar. Varolmak için çabalaması gerekmeyen tek yer ringler. Kendini güçlü hissettiği, yalnızlığı tatmadığı tek yer orası.

Bir güreş filmi, şiddet gösterisi umulmamalı bu filmden; "eski toprağın şaha kalkışı" gibi bir tavır da beklenmemeli; amerikan başarı öyküsü hiç değil. Güzel bir film işte, olması gerektiği gibi. Hayatın ta kendisi gibi.

Aronofsky'nin evvelki filmlerinde uyguladığı renk işçiliği, etkileyici sahne seçimi ve müziğin iç burkucu kullanımı yok bu filmde. Ama Aronofsky'nin seçimi de bilinçli zaten. O gerçek bir şey anlatmak istiyor. Anlatıyor da.

Quentin Jerome Tarantino




Soyadının ölümcül bir örümceğin adına benzemesi konusunda herkesin hemfikir olduğu bu çılgın yönetmene hayranlığım bir hayli beri bir zamana işaret eder.

Yalnız, keskin bir başlangıcı olduğunu sanmıyorum bu hayranperestliğin:
Sinemayı Van Damme'dan ibaret saydığım ilkgençlik dönemlerimden itibaren yavaş yavaş kanıma zerk edilen Tarantino müziği ile başladı herhâlde.


Hangimiz (bu filmin bu sahnesinde yeraldığını bilmesek te) Bay Travolta'nın iki parmağını gözlerinin önünden geçirerek yaptığı dans figürünü taklit etmemişizdir.

Neyse biz Quentin(Tarantino)'den bahsedelim-kusura bakmayın Quentin ile ilgili konuşurken çektiği o görkemli filmlerin lafa karışması muhtemel ve kaçınılmazdır ya yine de ben ağırlıklı kendisinden bahsetmeye çalışacağım:

27 Mart 1963'te, Amerka'nın Tennessee eyaletinin Knoxville şehrinde hayata gözlerini açmıştır(Allah uzun ömürler versin), alelade bir çocukluk geçiren Jerome'un en büyük tutkusu film izlemektir,(kanıdeli her genç/çocuk gibi)kovboy filmlerine, karate filmlerine , korku filmlerine ve tabii ki kösnül filmlere bayılır.
Okuldan kaçıp kaçıp anasının babasının verdiği harçlıkları sinema salonlarında, video dükkanlarında harcar.
16'sına gelince liseyi hepten bırakıp dönem dönem video dükkanlarında ve sinemalarda çalışmaya başlar. Bir sinemanyak olan annesinin yakın arkadaşı James Best'ten oyunculuk dersleri ve kamera ile ilgili teknik bilgiler almaya başlar, Allen Garfield'dan aldığı oynculuk dersleri de eklenince Jerome'un sinema eğitimi yavaş yavaş sağlamlaşır.
O gazla kendi kıt imkanlarıyla My Best Friend's Birthday'i çekmeye koyulur ve fakat mukadderat filmi tamamlayamaz.
İzlediği ve okuduğu( kendisi sıkı bir çizgiroman ve polisiye tutkunudur) onca eğlenceli ve kesinlikle ayrıksı şeyden sonra zihninde birikenleri perdeden önce kağıda dökmeye başlar ve kendisine nam kazandıran senaryoların ilkini, True Romance'i yazar,satar; sonra Natural Born Killers'ı yazar,satar. Eline yeteri kadar para geçince de göz kamaştıran işlerinin ilkini yapar: Rezervuar Köpekleri (Reservoir Dogs).
Sonra Tanrı'm "yürü ya kulum" der, Ucuz Roman'ı ( Pulp Fiction) çeker; derken Jackie Brown, derken Four Rooms'un bir bölümü, derken Kill Bill Volume 1-2, derken Grind House: Death Proof , çağlar da çağlar üstadım; varsın çağlasın!

Ayrıksı her insan gibi bazen dahi olarak bazen de salağın teki olarak nitelenir durur kendisi. Kimileri filmlerinin kopyalayapıştır filmler olduğunu, eski usül filmleri ısıtıp ısıtıp sunduğunu; kimileri ise onun eskilere (hem biçim hem içerik açısından) postmodern yaklaşımlar getirdiğini savunur.
Daha akıllı olanlar ise bunlara kulak asmayıp "biz eğlenmemize bakalım" diyerek Tarantino'nun o harika müziklerine, görüntülerine , diyaloglarına dalıp dalıp çıkanlardır.

Nota Bene:
True Romance (Çılgın Romantik) 93'te Tony Scott tarafından filme alınır ve kült olur.
Natural Born Killers 94'te film olur-yönetmen Oliver Stone- kült olmaz da ne olur.

Teen-slasher - Yeniyetme Doğraması


Herşeyin cılkını çıkarmaya bin meraklı amerikan sinemasının kazandırdığı bir terim olarak ingilizce olması doğal; Türkçesi yeniyetme-doğraması. Adından da anlaşılabileceği gibi 13-20 yaş arası gençlerin film boyunca çeşitli şekillerde lime lime edilmesi konulu korku-gerilim filmlerine teen-slasher(denmez olsun) denir.

Genellikle çiftler halinde, kapalı veya açık(ama ıssız ve tekinsiz) yerlere eğlenmeye giden bir avuç salak ve sevişgen kanı-deli genç illa ki gitmemeleri gereken yerlere giderek, dokunmamaları gereken şeylere dokunarak, görmemeleri gereken şeyleri görerek işemek için uygun bir cami duvarı aramaktadırlar; hal böyle olunca envaiçeşit manyağı peşlerine takmaları da kaçınılmaz olur. Bu manyaklar bu gençleri, geriye has oğlan ve has kız kalana kadar doğrarlar (ki filmin devamı çekilebilsin). Sonra bu güzel/yakışıklı ve çekici çift manyağı alt eder, the end.

Genellikle konusu olmayan bu filmler, film izlemeyi kültürel bir etkinlikten çok, kız arkadaşıyla vakit geçirme eylemi olarak görme eğiliminde/arzusunda olan salak mı salak amerikan gençleri hedef alınarak çekilir. Dolayısıyla bu aşırı hormonlu amerikan gençlerinin neyi var neyi yok sömürülür:
Milli duygular: Önce zenciler ya da uzak doğulular ölür.
Beğenilme/benlik tatmini: Filmin başında doğranan şişman, çelimsiz, gözlüklü veya sivilceli gençleri saymazsak(ki onlar da has oğlan ile has kızın güzelliklerini katlamak için varlar) bütün oyuncular(?) fiziksel olarak harikadır.
Kahramanlık mitosu: Gerçi amerikada bu mitosun sömürülmediği film yok ama... Gençlere/gençleri kıymaya çalışan manyakları okulda hiçbir derste başarılı olamayan (bu yüzden futbol takımında oyuncu veya ponpon kız olan) idiot gençler öldürürür ne hikmetse...

Son söz:
Devam filmleri çekilmese kült mertebesine erişebilecek bazı örnekler vermesine rağmen bu janrın son yıllarda iyice cılkı çıktı. Hadi hayırlısı...

Cameo: Meşhur Arz-ı Endamı

Ünlü birinin(yönetmen olur, bir şarkıcı olur, yazar olur, emektar bir oyuncu olur, kim olursa...) filmin bir veya bir kaç sahnesinde şöyle bir arz-ı endam etmesi olayına cameo denir. Bu ünlü kimseler genellikle küçük ve önemsiz rollerde saniyelerle sayılabilecek kadar az görünürler; ama bu, izleyici için hoş bir sürpriz olur. Yani bir nevi film size göz kırpar, siz de farkederseniz tadından yenmez bu cameo meredi...
Lakin bu ünlülerin isimlerini, film bittikten sonra akan isimler arasında göremezsiniz, boşuna aramayın; ama teşekkür edilir, edilmelidir. (Bazen cameo abartılınca ismi de listeye ekliyorlar o ayrı...)

Bir seferinde Taxi Driver filminde Martin Scorsese'yi görmüştüm: Betsy(Cybill Shepherd) kampanya binasına girerken, arkasında bir yerde oturuyordu; bi' de taxi'nin manyak bi' müşterisini oynuyordu... İlk gördüğümde acayip mutlu olmuştum: Vay be nasıl farkettim ama!

Shyamalan işin üstadlarından; her filminde mutlaka ortaya çıkıyor...
6. His'te doktor,
İşaretler'de rahibin karısını ezen zenci,
Kırılmaz'da uyuşturucu satıcısı,
Sudaki Kız'da otel sakinlerinden biri,
Köy'de görevli biri işte neyse...


forum resmi
Mesela 2008 yapımı The Incredible Hulk filminde, öylesine bir güvenlik görevlisini canlandıran ve ayrıca Hulk' u seslendiren Lou Ferrigno(solda), 1977'de yayınlanmaya başlanan The Incredible Hulk TV dizisinde Hulk'u canlandırmıştı. Yine The Incredible Hulk çizgiromanının ortak yazarlarından olan Stan Lee(sağda)(diğer yazar, Jack Kirby), film de Bruce Banner'ın kanının karıştığı gazozu içip etkilenen yaşlı adamı oynuyordu. Ben hemen tanımıştım Lou Ferrigno(yine solda)'yu... Tabi, biz o dizilerle büyüdük...

Cliche - Klişe - Basmakalıp

forum resmi
Aslı Fransızca olan bu kelimenin ilk ve hal-i hazırda kullanılan teknik anlamı:
Matbaada, sabit ve değişmeyen kelime ve kelime gruplarını, resim veya şekilleri basmak için kullanılan kabartmalı dökme demir kalıbı. Büyükçe demirden bir mühür hayal edin; ya da daha güzeli ilkokuldaki patates baskılarınızın demir halini…
Defalarca kullanılacağı tahmin edilen bu demir kalıplar bir yerde saklanır, atılmaz.

Gelelim Türkçe’de de “basmakalıp” sözcüğüyle karşılanan ve bu kadar güzel bir karşılığı varken hala Alafranga kullanımına meyledilen Klişe’nin sinema ve edebiyattaki kullanımına:
Buradan bakınca üstte çıkardığım kelimenşei*’yle yakından alakalı bir kullanımla karşılaşıyoruz. Şöyle ki sinema veya edebiyat âleminde bazı olgu, olay, yapı veya cümleler, dökme bir demir kalıbı gibi hiçbir değişikliğe uğra(tıl)madan sürekli kullanılırlar; kullanıla kullanıla cılkları çıksa ve ilk etkilerinden eser kalmasa da bir türlü vazgeçil(e)mezler, lazım oldukça yerlerinden çıkarılırlar.


Mesela, kovboy filmlerinde ve bazı hareket-odaklı(aksiyon) filmlerde beliren bir klişe söyleyeyim:
Bir sebepten(mesela kendisini aklamak) kaçan bir adam vardır; onun arkasında da, izini süren, onu takip eden bir öbek uzman erkek vardır. Filmin bir anında bu uzmanların en uzmanı, yerdeki izlere dikkatlice bakar, hatta bunun için yere çömelir, sonra da “İzler hala taze, fazla uzağa gitmiş olamaz.” der.
Başka bir Klişe: Has oğlan bir yere doğru nişan almaktadır, sonra bir bakar kafasına silah doğrultulmuş:

forum resmi

*Kelimenşei: Ben uydurdum. Sözcük kökeni demek.

Klaket ve "Ah o klaketçi yok mu!"

Filmlerin nasıl çekildiğine dair filmlerde ya da görüntülerde sıkça karşılaştığımız ve sinema ile az çok ilgilenenlerin iyi tanıdığı, çoğunlukla ahşaptan yapılma, çekime başlanmadan bir görevlinin kameranın önüne geçerek "klak" diye kapattığı nesnedir "klaket".
forum resmi

Üzerinde filme, yönetmene, görüntü yönetmenine, o anki sahneye ve çekime, çekim tarihine,saatine, kaçkez çekildiğine dair bilgiler barınır.

Bu, üzerine tebeşirle ( şu anda elektronik olanları daha makbul: Elektronik ses ve ışıklı harfler) yazılabilen siyah tahtanın üst kısmına daha dar bir tahta tutturulmuştur; bu iki parçayı birbirine sertçe vurduğumuzda "klak" diye bir ses vuku bulur.

Bu ses gereklidir (yeni teknolojiler sayesinde gereksiz, nostaljik bir sese dönüşmüştür), çünkü:
Çekim sırasında görüntü ile ses ayrı kaydedilir; montaj aşamasında bir sahne ile ona ait ses kaydının uyumu "klak" sesine göre ayarlanır.
Bazı filmlerdeki görüntü-ses uyumsuzluğu (günahını almayalım) klaketçinin başının altından çıkar gibi gelir bana hep.

Auteur
















Kendine has yönetmenlik anlayışına sahip,
çoğunlukla genel akışın dışında işler çıkaran,
filmin yapımının bir çok aşamasında( senaryo, yapımcılık, kurgu vs.) kendisi görev alan
ve (bu sebeple) daha sanatsal ve genellikle (yapım ve bütçe açısından)küçük filmler çeken,
"dediğim dedik, çaldığım düdük" diyen,
yapım şirketlerine yaranmak için sinema anlayışından ödün vermeyen
( bu sebeple büyük bütçeli filmler de çekebilen) yönetmenlere verilen ad.

Örnek:
Alfred Hitchcock (hitchcockvari diye bir tanımlama peyda oluyorsa sinema aleminde, onun auteurlüğüne ne şüphe!)
Bizde ,Nuri Bilge Ceylan: ödüllü auteurümüz.

Alman Dışavurumculuğu (German Expressionism)

forum resmi

Alman Dışavurumculuğu


Patladığı zaman insana dair ne varsa etkileyen 1. Cihan Harbi(1914-1918), sanatta ve dolayısıyla sinemada bir çok akımın sancılı doğumuna sebep olmuştur; bu yüzden çoğu akımı açıklarken bu savaştan bahsetmemiz elzem hale gelir.
Alman Sineması savaştan sonra yaralarını sarmaya başlar, buna da Alman Sinemasının diğer Avrupa ülkelerinin sinemasına yetişmesini(ve biraz da propaganda yapmak) isteyen devlet bir hayli destek olur, bir film şirketi kurar: UFA(Universum Film AG)
Bizde de olduğu gibi, işe devlet el atınca sanat paradan daha ağır basar: Ah TRT'min eski zamanları tekrar gelse!
Neyse, hal böyle olunca kameraları serbest kalan Alman yönetmenler, dönemin plastik sanatlarına(resim, heykel, çizim vs.) bir hayli nüfuz eden Dışavurumculuk(Ekspresyonizm) akımından etkilenip, karakterlerin iç dünyalarındaki karmaşayı dışavurmak ve bilinen gerçek dünyaya yeni bir bakış getirmek için makaralarını hazırlarlar.
Ruh halini, içerideki karmaşayı olabildiğince dışavurmak için nesneleri çarpıtmaya, karakterlere ve nesnelere gölge düşürmeye, onları karanlığa bulamaya, oyunculara ağır makyajla his vermeye, olağandışı nesneler kullanmaya, fantastik durumlar(hatta yaratıklar) yaratmaya başlarlar.

Yani: Çok kabaca örneklemek gerekirse, Dışavurumcu filmlerde dekor, ışık ve makyajın kullanımı, dağınık ve az ışıklandırılmış odanızın o anki ruh halinizi ortaya dökmesine benzer bir sonuç yaratır.
Bilinen ve duyulan gerçekliğe tepki olarak doğan ve bu yüzden fantastik öğeler barındıran bu akım, bu olağan-dışı/üstü tavrını kaybetmesiyle etkisini yitirir. Buna biraz da nazilerin ağır baskısı neden olur tabi. 1930'lu yılların başında ölen bu akımdan geriye sadece ışık ve gölgenin anlam yaratmak adına yoğun kullanımı miras kalır.

İlk örnekler:
Dr. Caligari'nin Muayenehanesi (1920), Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi (1922), Fantom (1922), Schatten (1923), ve The Last Laugh (1924)

Sonra:
Metropolis (1927) ve M (1931)

Çok sonra(miras):
Vampir Nosferatu (1979), Blade Runner (1982), Makas Eller (1990)

Şimdi(miras):
Sweeney Todd: Fleet Sokağının Şeytan Berberi (2008)

Resimler: Sırasıyla koyu filmler.
forum resmiforum resmiforum resmiforum resmi

Spaghetti Western


Batıya ait olduğu vurgulansa da 1960'lara dek Amerika'dan pek çık(a)mamış olan sığır çobanı filmleri, 60'ların ortasında isminin hakkını verir ve Avrupa'ya da gelir:
İtalyan yönetmenler ve yapımcılar, bu vestern meretinin iyi iş yaptığını görünce "biz de yapalım aynısından, kim tutar bizi" derler ve düşük bütçe ve İtalyan oyuncularla bu işe girişirler; ardından İtalyanlardan feyz alan İspanyolların da işin bir ucundan tutmalarıyla tür o bilindik Amerik* tarzından sıyrılmaya başlar.
forum resmi

Her şeyi hızlı tüketen Amerikanın o fast-food tarzı içi boş-dışı gösterişli sığır çobanı filmlerini bol İtalyan soslu makarnaya dönüştüren, Sergio Leone'nin başı çektiği yönetmenler, türün içini doldurup onu şaha kaldırdılar. O dönem ticari sinemanın baş tacı olan kovboy filmleri, Avrupalı acı-sos-sever auteurlerin ellerinde ve kısa boylu çirkin esmer adamların yakın plan yüzlerinde etkili dramlara dönüştüler...
forum resmi
Önceleri alay edercesine "Hah! Güleyim bari... Vestern çekeceklermiş: bunlar olsa olsa Spagetti Vestern çekerler." denilen bu (demeye dilim varmıyor ama)alt-tür, 80'lerden günümüze doğru Vestern kelimesinin yerine kullanılır olup çağdaş sinemanın en çok atıfta bulunduğu türlerden birine dönüşmüştür.

*Ben ürettim bu terimi, Amerik. Güzel ama değil mi?

Avan-garde Sinema


forum resmi

Fransızca ordu terimhanesinde "öncü birlik" anlamına gelen sözcük daha sonra kendi akımının öncüsü anlamına, oradan da sanat, kültür ve politikada yeniliğin ve deneyselliğin öncüsü anlamına genişler.

Ve böylece 1. Cihan Harbi'nden sonra Fransa'da doğan(ve diğer Avrupa ülkelerinde serpilip Amerika'da ölecek olan) sanat akımı da ismini bulur. Bu akıma göre, sanat artık doğanın taklidi olmaktan kurtarılmalı ve kendi varlığına kavuşmalıdır. Yani sanatın kalbi sanat için atmalıdır.

Bunun sinemadaki tezahürü şöyle olur:
Amerika'nın sinema sanatının içine etmesine ve "sanat halkın parası içindir" düsturunu kendine çıkış noktası bellemesine kızan bazı Fransız sinemacılar, buna karşı bir savaş başlatır. Bu uçuk kaçık adamlara göre bir film saf, katışıksız, salt olmalı; insanda daha önce hissetmediği duygular uyandırmalıdır.
Sinema artık somut gerçeklerin yeniden üretildiği bir alan olmaktan çıkıp soyut, bol çağrışımlı bir dünyanın bekçisi olmuştur. Avangard bir filmde ne alışılmış kamera açıları vardır, ne de bildik bir senaryo. Renkler, (s)imgeler, eşyalar; izleyiciyi şaşırtmak, afallatmak, onda his üretmek için farklılaşır.

Misal: Luis Buñuel ve Salvador Dali'nin ortak-tırlak zekalarından doğan Un Chien Andalou (Bir Endülüs Köpeği)
forum resmiforum resmi

Slapstick Komedi (Şakşak Güldürü)

forum resmiforum resmi
forum resmi
Slapstick: İki ince tahtanın birbirine basitçe tutturulmasından ibaret müzik aleti.
Bir kaba güldürü türüne de isim olma sebebi şudur:
Eskiden İtalyan sokak tiyatrolarında (Commedia dell'Arte) bir karakter diğerine bir nesneyle(tava, sopa vb.) vuruyormuş gibi yaptığı anda sahne ardından bu slapstick aletinin tahtaları birbirine vurularak şapank, çatank diye ses çıkarılırmış ki sahne önünde gerçekleşen vuruş gerçeğe yakın olsun(belki de ses efektinin doğuşuyla karşı karşıyayız).
Daha sonra bu alet, zamanla; karakterlerin düşmesi, bir yere çarpması, birbirlerini kovalaması ve birbirlerine vurması gibi fiziksel durumlarla izleyiciyi güldürmeyi amaç edinmiş sinema filmlerini tanımlamak için kulanılan bir isme dönüşmüş.

Bu türü en güzel şekilde rahmetli Şarlo ve Laurel-Hardy ikilisi icra ederdi.
Türü çağdaş sinemada şahlandırmaya yeltenenlerin en iyisi de kanımca ZAZ ekibi ve Mr. Bean serisidir.

Nota bene: Tom ve Jerry çizgifilmlerinde türün tüm marifetini görebilirsiniz.

Kadraj

forum resmi

Hep bir yerlerden duyup ne olduğunu az çok bilsek de tam anlamıyla kavrayamadığımız terimlerdendir kadraj:
Hem sinema hem fotoğrafçılık terimi olarak:
Fotoğraf makinesinin veya vidyo kameranın dış dünyayı kaydederken kullandığı çerçeve ve o çerçeve içine giren herşey.
Hani şu, yönetmenler, baş parmakları ve işaret parmakları yardımıyla bir dikdörtgen oluşturup öyle bakarlar ya kadraj nasıl diye!
Cümle içinde kullan:
Tüh! Kafan kadrajdan yukarı çıkmış!
Biraz sıkışın; kadraja hepiniz sığmıyorsunuz!

Soysuzlar Çetesi / Inglourious Basterds


(Bu eleştiri yazısı taslak halindedir, eklemeler sürecektir)


Tarantino ilginçlikleri, farklılıkları hemen filmin isminden itibaren başlıyor: Doğru bir yazımla Inglourious Bastards olması gereken isim, Inglourious Basterds'a dönüşmüş ve Tarantino bunun neden böyle olduğunu, bu bilinçli yazım hatasının ne anlama geldiğini açıklamıyor. Açıklarsam büyüsü bozulur diyor, haklı bir gerekçe; ama muhtemelen hiç bir manası yok; sonuç olarak Tarantino amacına ulaşıyor: Bizi ölesiye merak ettiriyor.
İlk izleyişimde, Tarantino'nun saygı duruşlarını farkettim: Sinema Tarihi, Diller, Milletler
Filmin bir çok kısmında, farklı diller konuşuluyor ve bu filmin gidişatı için çok önemli hale geliyor. Ve milletler: Amerikalılar, hırslı ve cesur ama plansız ve sarsak; Almanlar sistematik ve sakin ama duygusuz; Fransızlar ise kibar, kırılgan ve naifler.
Filmin bir çok sahnesinde sinema tarihi ve bu sanatın sosyal değeri vurgulanıyor.
Bu açık okumaları farkedemeyen izleyici için beklenenin altında aksiyon sahnesi barındıran film, bu açıdan şiddete meyyal bir ünlü posasına dönüşmüyor; güzelce işleyip güzelce bitiyor. Bitişin değeri ve etkisi tartışılır tabiidir ki; lakin ben çok kolaycı buldum, ve alaycı.
Oyunculuklara gelirsek, ki sabırsızlanıyorum, izleyen herkesin hem fikir olacağı gibi Nazi Albayı Hans Landa’yı canlandıran Christoph Waltz, tüm filmin şahıydı; fazlasıyla karikatür bir karakteri canlandıran Brad Pitt bile Christoph Waltz'un tozunu yuttu.



Gross-Out

Sözlük anlamı: (Amerikan. Argo.) Mide bulandıran şey.

Komedi filmlerin bir alttürü. Bu “ucube” tür için, insanoğlunun her şeyin içine eden ruhani yapısının bir dışavurumudur diyebiliriz.Türün kısa tarihi, 60'ların sonuna doğru; sanat adına artık her şeyin tükendiğini düşünen, aslında kendi tükenmişliklerinin kıskacında kıvrım kıvrım kıvranan yönetmen ve yapımcı bozuntularının “ne yapsak da insanların dikkatlerini çeksek, ortalığı kızıştırsak” düsturuyla, insanların gerçek hayatta yapmaya ve izlemeye imkan bulamadıkları iğrençliklerin sergilendiği film(si)leri çekmeleriyle başlar.

Artık ipin ucu kaçmıştır; komedi film(?)lerinde insanları şaşırtmaya ve salonlara çekmeye yarayan her türlü yol mübahtır ve bu yolların çoğu, istismar filmlerindekine benzer bir amaçla, cinsellikten, iğrençlikten, heladan, kusmuktan vb pislikten geçer. Özellikle sosyopat amerikan gençlerinin “başkasının acısından zevk alma” gibi duygularını sömüren bu tür, John Waters'ın iğrenç(ilk anlamıyla) kült filmi Pink Flamingos ile ortaya çıkar ve ucu Jackass'e kadar uzanır.

En popülerleri: American Pie(serisi), Scary Movie(serisi), Road Trip, Deuce Bigalow (serisi), Borat, South Park(sadece iğrenç kısımlarını kastediyorum; eleştirel tavrını beğeniyoruz).