16 Ocak 2014 Perşembe

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra - Barış Bıçakçı


Barış Bıçakçı
İletişim Yayınları
136 Sayfa
2008

Barış Bıçakçı’nın o sade ve etkileyici yazısından çıkan güzel mi güzel bir kitap daha. Bazı yazarların hiçbir zaman sizi hayal kırıklığına uğratmayacağını bilirsiniz. Onlar hep iyi yazarlar, hep güzel şeyler anlatırlar. İşte Barış Bıçakçı öyle bir yazar benim için. Henüz tüm kitaplarını okumadım ama içimde bir his onun sözcüklerini, cümlelerini, kişilerini hep seveceğimi söylüyor.

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, önce ismiyle vuruyor insanı, öyle güzel bir seçim ki bu isim, bir intiharla birleştirdiğinizde kendi başına bir öykü oluveriyor.

“Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım, saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım. Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım diyeceğim. Öyle olsun.” diyor genç bir kadın. Çünkü yere paralel giden insanların anlayamayacağı şeyler anlatır hep yere doğru dikine gitmek isteyen insanlar.

Can acıtan bir hikâye bu, ama salya sümük değil; kabullenilmişlikle olgunlaşan bir hikaye.
Başak intihar ettikten sonra herkes geçmişini, geleceğini ve yaşadığı anı sorguluyor. Başak’ın abisi Umut, Başak’ın annesi Türkan hanım, Başak ve Umut’un arkadaşları Abidin ve Nergis, Umut’un bir dönem birlikte olduğu Selma, Başak’ın sevgilisi Ahmet, Başak ve Umut’un büyükanneleri Nanna, Nanna üzülmesin diye telefonda Başak gibi konuşan Canan, her biri bu genç kadının intiharının nedenini anlamaya, onu anlarken de hayatı anlamaya, kendi hayatlarını anlamlandırmaya çabalıyorlar.

Tüm hikâye, geçmiş ve şu an içinde, Başak’ın intiharından önceye ve sonraya gidiş gelişlerle anlatılıyor. Roman kırka yakın bölüme ayrılmış ve her bölümün farklı bir anlatıcısı var. Okur olarak sürekli bakış açımız ve zaman kavramımız değişiyor. Okuyucudan etkin bir katılım bekliyor roman. Bir bölümde Umut’un, bir bölümde Başak’ın, diğerinde Abidin’in, Canan’ın, Ahmet’in gözünden dinliyoruz olanları. Bazen de yukardan, her şeyi gören bir anlatıcı üsleniyor hikâyeyi.

Bu zorlayıcı üslubu özellikle seçiyor Barış Bıçakçı bana kalırsa. O her şeyi anlatmayı, laf kalabalığı yapmayı, sürekli “bu okuduğunuz şeyi ben yazdım” demeyi sevmiyor. Anlatmadıklarını bizim düşünmemizi, hikâyeyi bizim kurmamızı istiyor. Biz okuyuculara her şeyi veren kitaplara alıştığımızdan bu ince kitabın anlatımını çözmek zaman alıyor haliyle.

Yine de bu karmaşık anlatım kitabın yoğunluğunu bir nebze seyreltiyor. Bunu söylemek lazım.
Barış Bıçakçı’nın kendini göstermeyi sevmeyen bir yazar olduğunu söylemiştim. Gerçek hayatta da bu böyle: İnternet üzerinde herhangi bir resmini bulamazsınız. İnternet üzerinde dolaşan resim Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı filmin yönetmeni Seyfi Teoman. Barış Bıçakçı, özel hayatında yaptığı bu seçimi kitaplarında da yapıyor, anlattıklarının arasında sesi neredeyse hiç duyulmuyor. Afili cümleler kurmaya çabalamıyor; onun kurduğu cümleler, kitaptan çıkarılıp alıntı olarak bir yere yazıldığında bir anda etkileyiciliklerini kaybederler. Onlar ancak kitabın sarsılmaz bütünlüğü içinde sizi mutlu eder, şaşırtır ve sarsarlar. O yüzden hep Barış Bıçakçı’nın bir kitabından alıntı yapmak istememle bundan vaz geçmem bir oluyor.

Lütfen okuyun, o kalabalık kitaplardan vakit ayırıp Bıçakçı’nın gösterişsiz ama sadeleştikçe kusursuzlaşan dünyalarına bir göz atın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder