Size, yaşadığınız dünyaya yaraşır bir masal anlatacağım.
Beni çok iyi dinleyeceksiniz çünkü bir gün gelecek bu anlattığım masalın hayaliyle mutlu olmayı hatırlayacaksınız.
Bir
zaman sonra, yeryüzünün unutulmuş bir köşesinde, kimsenin bilmediği,
bilse de unutmak istediği kara bir diyar var olacak. Hükümdarı Kara Kral
olan Karadiyar’ın bir de prensi olacak: Prens Kumap. Bu prens, halkını
öyle büyük bir zulümle yönetecek ki halkın kötülüğe alışıp onu sevmesine
bile izin vermeyecek.
Karadiyar’ın tüm ışığı sönünce Prens, Kara
Kral’ın hükümdarlığını tüm dünyaya yaymak isteyecek; lakin böyle bir
kudrete erişmesi için yerin altından, ta derinlerden karanlığın
sırlarını toplaya toplaya uzun bir yol kat etmesi ve sonunda yerin yedi
kat altına inerek siyahın özü Amle’yi bulup yemesi gerekecek. Bu ölüm
karası yemişe erişebilmesi içinse yerin katlarını koruması için
görevlendirilmiş yedi dev Ecüc’le çiftleşmesi ve onları kendine eş
etmesi gerekecek.
Kötülüğün
ve karanlığın evrene hâkim olmaması için Amle’yi koruyan Ecüc’ler,
binyıllar boyunca bu kutsal görevle onurlandırılsalar da ışıktan ve
birbirlerinden bu kadar uzak olmaları onların kalbinde karanlığın
kardeşi yalnızlığın doğmasına sebep olacak.
Her canlının en zayıf yanı olan yalnızlıktan vuracak Prens Kumap onları.
Dev
Ecüc’lere sevgi göstermek, daha önce sevgiyi hiç bilmemiş olan Kumap
için her şeyden zor olacak ama buna katlanması gerektiğini bilecek.
Yedi
yüzyıl sürecek olan bu seyahat sırasında Karadiyar aydınlanıp
güzelleşecek, ışıktan doğan tüm renkler her yanı saracak. Kara Kral da
içine çekilip oğlunun gelmesini bekleyecek. Sonsuz karanlığa erişmesi
için bu küçük aydınlığa izin vermesi onu hiç üzmeyecek, her şeyin bir
bedeli olduğunu bilecek.
Bu, yaşamın görüp göreceği
son huzurlu yüzyıllar boyunca dünyanın kuzey tepesinde Kral Karbeyaz
önderliğinde bir ülke doğup büyüyecek: Akdiyar.
Akdiyar
yeryüzünün en aydınlık yeri olacak, yılın yarısında Gün hiç batmayacak,
diğer yarısında ise aydınlığın onuru, milyonlarca ışıkla kutsanacak.
Kral Karbeyaz’ın içi öyle duru, öyle nur dolu olacak ki bu güzelliğin
tüm dünyada da var olmasını arzulayacak ve her gün Nurözlü Ölümdeğmez
Kâhin Anya’ya soracak:
“Anya, akyüzlü güzel Anya, söyle bana, huzura muhtaç bir yer var mı dünyada?”
Ve Kral, okuyacak cevabı Anya’nın su damlası gözlerinden:
“İçiniz refah olsun Kralım, yeryüzünde hiçbir kuş acıya yakmıyor ağıdını ve hiçbir şair, gözyaşıyla ıslatmıyor kâğıdını.”
Böylece
geçecek yüzyıllar, Akdiyar’a hizmet eden her Kral Karbeyaz, kendisine
bırakılan mirası katlayacak; kalpler birbirine mutluluk, refah ve
aydınlıkla perçinlenecek.
Yerin yüzeyi böyleyken
altında Prens Kumap dört yüz yıl boyunca uğraşacak ve yerin ilk katına
ulaşacak. Burada yaşayan ve kalbi yalnızlıkla narinleşen ilk Ecüc’le
karşılaştığında, Prens Kumap ona bembeyaz bir kurdele sunup şimdiye
kadar hiç çekmediği büyüklükte acıları göze alarak güzel sözler
söyleyecek:
“Güzelliğinizi söndüren bu zindanda binyıllar kalmış
olmanızı saygıyla karşılıyorum. Bu mukaddes göreve gösterdiğiniz
sadakati tadabilmek arzusuyla size eşim olmanız için yalvarıyorum.
Elimdeki
bu ak kurdeleyi, hasret kaldığınız aydınlığın ve sizi bu kara
yalnızlıktan kurtaracak bir izdivacın nişanı olarak kabul edin.“
Yalan
koktuğunu bilse de koca yüreğini bir anda huzur ve neşeyle dolduran bu
sözlerin güzelliği karşısında bir kat daha kırılganlaşacak olan Ecüc,
eğilip Ak Kurdele’yi alacak ve boynuna takacak. Çünkü her canlı,
sevilmek ve kabullenilmek için yalanlara katlanır. Taktığı anda kurdele
Ecüc’ün boynunu sıkmaya başlayacak, Prens Kumap acıyla yere yığılan
Ecüc’le çiftleşecek ve kötülüğün tohumlarını onun rahmine serpecek. Ecüc
Kumap’a eş olunca, kalbi de Kumap’ın kalbine eş olup kapkara kesilecek.
Zorla karısı yaptığı dev Ecüc’ün gücüyle Kumap yerin ikinci katına daha
çabuk ulaşacak.
İki yüz yıl sonra ikinci kata
erişmeyi başaracak olan Kumap, Ecüc karısını kullanarak ikinci Ecüc’ü
kandıracak, çünkü bir kez daha sevgi gösterecek ne tahammülü ne de gücü
kalacak.
Ecüc, ikinci katın koruyucusu olan kardeşine sahte mi sahte sözler söyleyecek:
“Güzel
kardeşim, ben geldim bak yanına, yalnızlığın sona erdi artık ve bu zor
görev de bitti. Binyıllardır özlemini duyduğun yeryüzüne ve aydınlığa
kavuşacaksın. Bak! İşte bu Ak Prens, bize bu kutlu haberi vermeye geldi,
sana da bir hediye getirmiş, karanlığın soldurduğu saçlarını apak
yapacak bembeyaz bir tarak. Al tara saçlarını ve layık olduğun mutluluk
aksın içine.”
Yalan olduğunu bilse de dev yüreğini
şeffaf bir mutlulukla dolduran bu hoş sözlerin verdiği güven sayesinde
Ecüc, bir kat daha hassaslaşacak; ak tarağı alıp okyanus boyu saçlarını
taramaya başlayacak. Çünkü her canlı, sevilmek ve güven duymak için
yalanlara katlanır. İlk darbeyle birlikte saçlar kendi iradelerini
bulacaklar ve devin tüm bedenini saracaklar. Kumap yerde çaresizce yatan
devin rahmine kapkara tohumlar serpecek ve böylece ikinci eşine sahip
olacak.
Prens Kumap iki sadık Ecüc’le devam ettiği bu
habis yolculuğu sırasında eşlerine eş, gücüne güç katacak ve yüzyıl
içinde geri kalan beş Ecüc’e de koca olacak.
Prens
Kumap, dünyanın merkezi, siyahın özü Amle’ye ulaştığında nefretinin ve
kötülüğünün coşkusu, huzuryırtıcı bir kahkahayla yeryüzüne değin
çınlayacak.
Amle, Kumap’ın boğazından inip özüne ulaştığı an güç, bir daha el değiştirmemek üzere kötüye geçecek.
Yedi
güzel yüzyılın sonunda, hasret ve nefretle beklediği o günün geldiğini
hisseden Kara Kral, içine derin bir ışık çekip uykusundan uyanacak; bir
yanardağ ağzına tüneyip oğlunu ve özlediği karanlığı bekleyecek.
Prens
Kumap kalbine zincirli yedi dev gebe Ecüc’le yerin yüzüne çıktığında
beyaz gökyüzü, prensin babasını bile ölüme sürükleyecek bir gücün
azametiyle titreyecek.
Kumap, içinde olgunlaşan Amle’yi yeni
doğan yedi erkek Ecüc’ün ağzına kusacak ve o an Sonsuz Üreyiş Efsanesi
gerçekleşmeye başlayacak:
Her yeni doğan erkek Ecüc anasıyla
çiftleşecek, her birleşmeden yedi Ecüc doğacak, doğacak olan Ecüc’ler de
analarıyla çiftleşecek ve yine her birleşmeden yedi Ecüc doğacak.
Yavrulardan yavrular, onlardan da onlar olacak; bu sonsuza dek sürüp
gidecek. Ecüc’lerin savaşması gerekmeyecek, var olmaları yetecek.
Bilirsiniz, güzel olan her şey kısa sürer ya da bize öyle gelir.
İşte
bu yüzden, Üreyiş’in başladığı gün Kral 7. Karbeyaz, her şeyden
habersiz saf yüreğiyle Kâhin’in yanına gidip sadece ananeye uymak adına
soracak o Diyar Tarihi kadar kıdemli soruyu:
“Anya, akyüzlü güzel Anya, söyle bana, huzura muhtaç bir yer var mı dünyada?”
İşte o an, Anya’nın gözlerindeki iki su damlası düşecek, geriye umutsuz, karanlık sözler bırakarak:
“Ah!
Ne yana baksam, kapkara bir acının izlerinin biriktiğini görüyorum Ak
Kralım. Her kula keşke doğmasaydım dedirtecek denli korkunç bir zulüm
saracak dünyayı. Yedi yüzyıl, yedi kat dipte, yedi cellâdın nefesiyle
biriken bir husumet geliyor, her güzelliği kendine benzetmeye.”
Her şeyi bilen ve bu yüzden sonsuz bir acıyla inleyen Anya’nın gözleri doğruyu söyleyecek.
Kral
Karbeyaz hiçbir şeyin çare olmadığını bileceği için ağlayıp
sızlamayacak, yenileceğini bildiği bir savaşa girerek barışla yıkanmış
ruhunu kirletmeyecek. Dünyaya yakışmayan bir mutluluğu yedi yüz yıl
sürdürebildikleri için atalarını saygıyla anıp tevazu dolu bir
kabullenmişlikle son kez bakacak aydınlık gökyüzüne.
Sonra
diyarında nurla yapılmamış tek nesne olan Kara Hançeri göğsüne saplayıp,
kankarası bir karanlığın ülkesini ve tüm evreni sarmasına boyun eğecek.
Bu masal da burada bitecek; güzel değil ama olması gerektiği gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder