29 Temmuz 2009 Çarşamba

Uykuyu - Bülent Özgün


Gözlerim bir türlü kapanmıyordu. Ne kadar çabalasam da uyuyamıyordum. Koyunların tümünü çitin önce sağ tarafına sonra da sol tarafına geçiriyordum ama nafile. Bir kısmını sağ tarafta bırakıp sol tarafta kalanlarla aynı anda zıplatıyor ve birbirlerine çarpmalarını seyrediyordum ama yine de uykum gelmiyordu.

UYKU’nun U’sunun içine kıvrılmayı denedim ama sırtım çok acıdı. Y’yi denedim; bu sefer de belim ağrıdı. K’yi devirip sırt çizgisine uzandım, olmadı, çok sertti. Biraz düşündükten sonra, onu KUYU’ya dönüştürmek aklıma geldi ve içine, belki uykum gelir umuduyla, bakmaya başladım. Bir an bir şey görür gibi oldum. Daha dikkatli bakmak için eğilirken birden kuyunun içine düşmeye başladım. Düşüşüm çok uzun sürdü. Hatta bu kuyunun bir dibi olmadığını bile düşündüm. Tanrı’ya şükür ki bunu hiç acı çekmeden öğrendim. Dibe vardığımda zemin öyle yumuşak bir hal aldı ki belli bir acıya kendini hazırlamış olan bedenim bundan rahatsız bile oldu. Ayağa kalktım, etrafıma bakınmaya başladım ama görebildiğim tek şey karanlıktı. Gözlerimi kapattığımda da açtığımda da gördüğüm şey aynıydı: Kapkara bir karanlık. Bir an gözlerim kapalıyken de görebiliyorum gibi salakça bir düşünceye kapıldım.

Sınırsız gibi görünen (aslında görünmeyen) karanlıkta, kuyunun bir duvarının olması gerektiğini düşünerek ilerlemeye başladım. Yön idrakimi yitirmiştim: İleriye doğru mu gidiyordum yoksa sürekli daire mi çiziyordum. Sonunda ellerim duvar olduğunu düşündüğüm bir cisme dokundu. Islaktı, yapışkandı, çürümüş et gibi kokuyordu.

Korkunç bir ses çıkararak duvarın beni yutacağını düşündüysem de hiçbir şey olmadı. Sadece çıldırtıcı bir sessizlik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder