28 Aralık 2014 Pazar

Kuşlar Gibi - Bülent Özgün



Haber, çalışmanın detaylarını anlatarak devam ediyordu. Gül tüm yazıyı ilgiyle okudu. “İnsanlık kulak tıkadığı çığlıkların yerine sözlerle karşılaştığında, dinlemeye başlayacak.” cümlesini yüksek sesle tekrarladı. Cümle, Gül’ün içinde, çocukluğundan beri sızlayan bir yaraya dokunmuştu. Tüm hayatı boyunca destek verdiği hayvan özgürlüğü mücadelesinin kökten bir değişime uğrayacağını hissediyor, bunun bir parçası olmak istiyordu. İçi umut ve huzurla doldu. Yatağına gitti. Derin, rüyasız bir uykuya daldı.

Bir hafta sonra, o her şeyi değiştirecek olan ekibin önünde duruyordu.  Şahin Demir, ekip üyelerinin ortak dili olduğu için, İngilizce olarak Gül’ü tanıtmaya başladı:

“Arkadaşlar, sizi Prof. Dr. Gül Öz ile tanıştırayım, kendisi ekibimize katılmak için anavatanım Türkiye’den geldi, sosyoloji ve psikoloji alanlarında yadsınamayacak başarılara sahiptir. Son on yıldır daha çok hayvan-insan iletişimi ve bunun sosyolojik temelleri üzerine çalışmıştır. Çalışmamızın ahlaki açıdan hesaplayamadığımız olumsuz yanlarını onun rehberliği sayesinde bertaraf edebileceğimize inanıyorum.”

Gül, utanarak kabul etti övgüleri:

“Çok teşekkür ederim Bay Demir, burada olmak benim için büyük mutluluk ve onur. Bu çalışmanın ereğine varabilmesi için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz.”

Prof. Dr. Gül Öz ile tamamlanan ekip, çalışmanın temelini oluşturan dil öğretim sürecine başladı. Zekâ testlerinde yüksek başarı gösteren 12 karga seçildi. Öncelikle kargalara sembol ile nesne arasında bağ kurmayı öğrettiler. Üç yılın sonunda kargalar 350 sembol-nesne karşılığını öğrendiler. Sonraki aşamada semboller daha soyut simgelere dönüştürüldü. Onlara basit bir dil öğretilmişti. Dilbilimciler bu basit dili temel alan, kargaların zihin yapısına uygun ve tüm ayrıntısıyla insanların konuştuğu dilin eşdeğeri olan bir dil geliştirdiler. Engelliler için geliştirilen sistem o zaman kullanılmaya başladı. Kargalara öğretilen simgesel dil, sistem tarafından karganın beynine aktarılıyor, verdiği karşılık işleniyor ve yeniden hayvana yönlendiriliyordu. Bu geri besleme sayesinde öğrenme, beklenilenden daha hızlı ilerledi. Çalışmanın başlangıcından on yıl sonra kargaların neredeyse tamamı karmaşık dilin yapısını ve sözcük dağarcığını anlaşılabilir düzeyde öğrenmişti.

Çalışma ilerlerken dünyada da değişimler hızla sürmekteydi. Birçok ülkede benzer girişimler vardı. Başarısız olanları ve kötü niyetle yapılanları toplumda tepki yaratmaya yetti. Tepki çığ gibi büyüdü. Kökten dinci birçok grup bunun Tanrı’nın işine karışmak olduğunu söyledi, tüm hayvanlar ve bitkiler insana hizmet için yaratılmıştı onlara göre. Hayvanın konuşması ve kendi hakkını savunması dünyanın dengesini bozabilirdi. Endüstriyel hayvancılık sektörünün devasa şirketleri bu deneyleri karalamak için kampanyalar başlattı. Mezbahalarda kesilirken, sirklerde eğitilirken veya kürkü için avlanırken acı çeken hayvan videolarına cevaben “konuşturma” deneylerinde garip sesler çıkaran hayvanları gösteren, korku filmlerinden fırlamış sahnelerle dolu deney videoları yayınlandı internette. Her şey hakkında bilgisi olan köşe yazarları alaycı yazılar yazdı. Saatlerce konuşulup hiçbir şey söylenmeyen televizyon programları yapıldı. Ya dalga geçilip etkisi azaltılmaya çalışılıyordu ya da nefretle kınanıyordu deneyler. Hayvan hakları savunucuları, veganlar ve vejetaryenlerden oluşan küçük bir grup dışında herkes bu çalışmaların kötücül yanına bakıyordu. Felaket tellalları avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

Dünya böylesine çalkalanıp dönerken ekip ümitle ve özveriyle çalışmaya devam ediyordu. Bu ümidi diri tutan en önemli etken Denek 9’du. Denek 9, diğerlerinden daha hızlı sonuç veriyordu. Ekip ona “Fri” ismini taktı. Fri müthiş bir hızla öğreniyor ve öğrendikleri arasında bağımsız seçimler yaparak ekip üyeleriyle bunlar üzerine sohbet edebiliyordu. Zamanla, bir “kişilik” oluşmaya başladı Fri’de. En iyi Gül ile anlaşıyordu. Bu çalışmadan bilimsel bir veri elde etmeyi amaçlamayan tek bilim insanı oydu çünkü. Gül, Fri’yi bir birey olarak görüyor, gelişimini yönlendirmek ve bundan sonuç almak değil onunla paylaşımda bulunmak istiyordu. Fri bunu farkediyor ve onun yanında kendisini daha rahat ifade ediyordu.

8 Aralık 2014 Pazartesi

Robot Öyküleri Antolojisi - Isaac Asimov

Robot Öyküleri Antolojisi
(Eight Stories from the Rest of the Robots)
Isaac Asimov

Çevirmen:
Özlem Kurdoğlu Alpin


Us Kitapları - 1999 - 203 s.

Daha önce hiçbir Asimov eseri okumamış biri olarak çok şey kaçırdığımı fark ettim. Özellikle robot öyküleri öyle güzelmiş ki…

Bu antolojiyi, her öyküye hayran kalarak, bir solukta okudum. Hatta öykülerden birinin “Ben, Robot”daki öykülerden biriyle ilintisi olduğunu öğrenince o öyküyü de bulup okudum bir çırpıda.

Bu güzel kitap Us Kitapları Yayınevi’nden Bilimkurgu Dizisi’nin ilk kitabı olarak çıkmış. İçindeki öykülerin biri hariç hepsi “Eight Stories from the Rest of the Robots” adlı derlemeden çevrilmiş.

Her öyküden önce Asimov kısa bir açıklama yazmış. Bu yazılar bazen öyküye dair olabildiği gibi bazen de yazıldığı zamanki anıları içeriyor. Sırf bu açıklamalar için bile kitap okunmaya değer.

“Eight Stories from the Rest of the Robots”daki öykülerden yalnızca “Galley Slave” adlı öykü bu Türkçe antolojiye eklenmemiş. Keşke eklenseymiş, çünkü Asimov, bu öykünün, içinde robopsikolog Susan Calvin’in yer aldığı öykülerin en uzunu olduğunu söylüyor ve en sevdiği Susan Calvin öyküsü buymuş.

Türkçe baskıda “Galley Slave” yerine “The Complete Robot” adlı derlemeden kısa bir bilgisayar öyküsü seçilip çevrilmiş: “Bakış Açısı”.

Çeviriyi Özlem Kurdoğlu Alpin yapmış, Özlem hanım bilimkurguya gönül vermiş bir doktor, Türkiye’de bu türün gelişip serpilmesinde katkıda bulunmuş biri. Kitabı da güzel çevirmiş. Tabi bazı ifadelerde sorun vardı. “Heaven help us” ifadesini “Cennet yardımcımız olsun” şeklinde çevirmesi ve bazı sözcükleri neredeyse olduğu gibi bırakması (Total Konversiyon bombası) beni rahatsız etti. Tabi bunun yanında şu ifadeyi çevirişine de hayran kaldım:

Alıntı
“Just possibly, Alfred,” said Bogert. “Just possibly. Enough for us to bring the matter up at the directors' meeting and see what they say. After all, the fat is in the fire. A robot has harmed a human being and knowledge of it is public. As Susan says, we might as well try to turn the matter to our advantage. Of course, I distrust her motives in all this.”

“Belki de, Alfred,” dedi Bogert. “Belki de olabilir. Konuyu müdürler toplantısında dile getirmeye ve onların ne diyeceğini görmeye yetecek kadarı var. Sonuçta yumurta kapıya gerçekten dayandı artık. Bir robot bir insana zarar verdi ve bu halk tarafından biliniyor. Susan’ın dediği gibi, durumu kendi avantajımıza çevirmeyi pekâlâ deneyebiliriz. Tabii onun bunu önermekteki nedenlerine pek güvenmiyorum.” (Lenny adlı öyküden)

Arka kapak:


Gelelim öykülere.

Robot AL-76 Başıboş Kalıyor:

Ay görevi için üretilen bir robot bir hata sonucu Ay’a gidemeden kaybolur ve kendini bir ormanda bulur. Orayı ay zanneden robotun ve onu gören adamın şaşkınlığını tahmin edebilirsiniz. Çok eğlenceli bir öyküydü.

İstem Dışı Zafer:


Jüpiter’e üç robot gönderilir. ZZ Bir, ZZ iki, ve ZZ Üç’ün görevleri Jüpiteri’i incelemek ve Jüpiterlilerle barışçıl bir temasa geçmektir. İstemeden güzel bir şey yaparlar. Ne yaptıklarını söylemeyeceğim ama üçü arasındaki konuşmalar ve Jüpiterlilerle temasa geçme çabaları çok keyif vericiydi.

Birinci Yasa:

Bir bozukluk sebebiyle “Bir robot bir insana zarar veremez veya hareketsiz kalmak suretiyle bir insanın zarar görmesine izin veremez.” yasasını çiğneyen bir robottan bahsediyor öykü. Daha doğrusu böyle bir robotla ilgili bir anısını anlatıyor Mike Donovan. Öykünün sonunda robotun yasayı niye çiğnediğini öğrenince gülümsüyoruz.

Bir Araya Gelelim:

Soğuk Savaş zamanlarındaki Uzay Yarışı yerini Robot Yarışı’na bırakmıştır. İstihbaratın çok büyük önem arz ettiği bu savaşta Amerika, uzun süredir sessiz kalan ve Robotik araştırmalarda ilerleme göstermeyen Rusya’nın önüne geçtiğini sanırken bir anda Rusya’nın ülkeye patlayıcı taşıyan robotlar soktuğuna dair bir bilgiyle şok yaşar. Sonu kolayca tahmin edilse de öyküdeki bu siyasi bakış onu harika bir öykü yapıyor.

Memnuniyetiniz Garantilidir:

Bir deneme için ev hanımı Claire Belmont’un emrine verilen Robot TN-3, yani Tony’nin olağanüstü hizmetini okuyoruz bu öyküde. Robopsikoloğumuz Susan Calvin’in de küçük bir rolü var hikayede.

Risk:

“Ben, Robot”taki öykülerden biri olan “Küçük Kayıp Robot”la aynı yerde, aynı kişiler arasında geçiyor “Risk”. Tabi konu olarak çok farklı. Calvin’in zorlama ve tehditleriyle hayati risk taşıyan bir görev verilen Gerald Black’i merkeze alıyor öykü. Okurken Susan Calvin’e çok kızacaksınız.

Lenny:

Kitabın en sevdiğim öyküsü. Yine Susan Calvin. Bir ihmal sonucu pozitronik beyninde sorun çıkan Robot LNE, garip davranışlar sergilemeye başlar. Bunun nedenini araştırmak tabi ki Calvin’e düşer. Aslında Calvin bu görev için fazla isteklidir. Nedenini söylemeyeceğim ama öykünün sonunda Susan’ı çok seveceksiniz.

Bakış Açısı:

Bir robotla değil devasa bir bilgisayarla ilgili bu öykü. Multivac tüm Dünya’nın sorunlarını çözmekle yükümlü ve bu işi layıkıyla yapan müthiş bir bilgisayar. Lakin bir sorun çıkıyor. Öyküde, bilgisayarı tamir etmeye çalışan mühendislerden birinin oğlu olan Roger’ın yaşanılan soruna bakış açısını görüyoruz. Kısacık, güzel, naif bir öykü.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Zaman ve Gully Foyle Üstüne... - Neil Gaiman

Zaman ve Gully Foyle Üstüne... - Neil Gaiman

Hollywood yapımı bir filmin hangi dönemde yapıldığını başroldeki kadın oyuncunun makyajına bakarak söyleyebilirsiniz ve eski bir bilim kurgu romanının yazıldığı zamanı da kullanılan sözcüklerden saptayabilirsiniz. Gelecek dışında hiçbir şey zamanı daha güçlü, daha hızlı ve daha tuhaf bir şekilde saptayamaz.

Bu her zaman doğru değildir, ama son otuz yıl içinde (John Clute ve Peter Nicholls'ın Bilim Kurgu Ansiklopedisi'nde 'ilk bilim kurgu'nun ölümünün başlangıcı olarak niteledikleri Sputnik'in uzayı yeryüzüne indirdiği 1957 ve George Orwell'ın bitip William Gibson'un başladığı 1984 yılları arasında) şu anda içinde yaşamaya çalıştığımız geleceğe yollandık ve belki de bütün eski bilim kurgu romanları kendilerini artık tozlu raflarda çürümeye terk edilmiş buldular, yürürlükten kalkmışlardı, günlük gereksinimlere cevap vermiyorlardı. Gerçekten de böyle mi oldu?

Bilim kurgu, eğer gerçekten iyiyse, sorun yaratan, aykırı ve içine girilmesi zor bir yazın türüdür. Gelecekte insanlığı tehdit eden sorunları öngörür, "eğer böyleyse" ve "eğer böyle sürerse"lerin hepsi bilim kurgunun ana izleklerinden biridir; ama bugünde de ve içinde yaşadığımız dünyada da "eğer böyleyse" ve "eğer böyle sürerse"ler daima bulunacaktır. Bugünden neyi anlıyorsak elbette.

Başka bir şekilde belirtmek gerekirse, hiçbir şey tarihsel kurgu ve bilim kurgudan daha iyi bir şekilde zamanla hesaplaşmaz. Sir Arthur Conan Doyle'un tarihsel kurgusu ve bilim kurgusu bir bütündür; her ikisi de Victoria Dönemi Londra'sında gazla aydınlatılmış devri konu edinmesine rağmen, Sherlock Holmes'da görmediğimiz bir şekilde zamanıyla hesaplaşır.

Tarihi midir diye bir soru sorarsak, buna verilecek cevap onların daha çok kendi dönemlerini konu edindiğidir.

Ama istisnalar daima vardır. Örneğin Alfred Bester'in Kaplan! Kaplan!'ında (İngiltere 1956; ABD'de 1957 yılında Yıldızlar Hedefim adıyla tekrar basıldı) gelecekteki güneş sisteminin muhtemel durumu hakkında, dönemin bilim kurgu yazarlarının konu edinip Bester'in radikal olarak ihlal ettiği spekülatif düşüncelerin hiçbiri bulunmaz. Ama öykünün her sayfasına hükmeden sabit fikirli ana kahraman Gully Foyle bize, Poe'nun, Gogol'un ya da Dickens'ın karanlık karakterlerini anımsatır ve onun da çabası etrafındaki dünyayı kontrol altına almaktır. Roman boyunca Foyle'un sabit fikirli tavrı sürerken 1956 yılındaki geleceği görme beceriksizliği arka planda kendini belli eder. Eğer Gully Foyle böylesine uzlaşmaz, gaddar ve henüz gerçek yaşamda hiç doğmamış bir karakter olmasaydı, tıpkı Sherlock Holmes gibi, bir ikona dönüşebilecekti. Ama aslında öyledir; Bester, onu yaratırken ilham olarak başka roman karakterlerinden bir şeyler kattıysa da - gerçekte Gully Foyle, Alexandre Dumas'nın Monte Cristo Kontu'nda (1844) bin sayfa boyunca kendisine eziyet edenlerden intikam alan Edmond Dantes karakterinin bir uyarlamasıdır - Foyle'un kendisi bir uyarlama olamaz.

Ben 1970'li yılların başlarında bu kitabı - ya da çok benzerini; bir kitabı okuduğunuzda tehlikeli sularda yol alabileceğiniz için artık o kitabı yeniden okuyamazsınız - genç bir yeni yetme olarak okuduğumda Kaplan! Kaplan! adıyla okumuştum. Yıldızlar Hedefim yerine Kaplan! Kaplan! ismini tercih ederim çünkü çok daha tehdit edicidir ve buna ek olarak daha fazla imge çağrıştırır. Başlangıçtaki Blake şiirinden alıntıyla Tanrı'nın kaplanı da yarattığı anımsatılır. Kuzuyu yaratan Tanrı, onu yiyerek yaşamını sürdüren etoburları da yaratmıştır. Ve Gully Foyle, kahramanımız, bir yok edicidir. Kitabın ilk bölümlerini okurken onun sıradan, önemsiz biri olduğunu anlarız; ardından Bester, sis perdesini kaldırarak onun öfkelenip zihninin açılışını anlatır: O, neredeyse iğrenç, aptal, çevresine at gözlüğüyle bakan, ahlaksız (ölmeye can atması yüzünden fazla soğukkanlı oluşu ve uyanık haliyle değil, sadece tamamıyla körlemesine bencil) oluşu yüzünden bir katildir, bir tecavüzcü, bir canavar. Bir kaplan.

(Bester, İngiltere' de romanı üzerine çalışmaya başladığı sırada, karakterlerinin adlarını bir İngiliz telefon rehberinden seçmiştir. Foyle ise Londra'daki en büyük, en heyecanlandırıcı kitapçı dükkanının adıdır - diğer yandan kahramanımızın adı, tuhaf halklar arasında yolculuk eden Lemuel Gulliver' den kısaltılmıştır. Dagenham, Yeovil ve Sheffield ise İngiliz şehirleridir.)

Şu anda, bilim kurgu romanında ikinci bir dönemin başlangıcındayız. Kısa süre öncesine kadar konuyla ilgili yazıp çizen herkes birbirini tanırdı. Örneğin ben Alfred Bester'le hiç tanışmadım: Gençken hiç Amerika'ya gitmedim ve o da 1987 yılında Brighton Worldcon kongresine davetli olarak gelecekken sağlık sorunları olduğu için gelemedi ve kısa bir süre sonra öldü.

Birçok iyi kısa öykünün, yazarlık kariyerinin ilk yıllarında kaleme aldığı iki olağanüstü bilim kurgu romanının (biri elinizde tuttuğunuz kitap, diğeriyse The Demolished Man*) ve daha sonraki yazarlık döneminde her nasılsa daha az dikkat çekici bilim kurgu romanlarının yazarı olan Bester’a kişisel methiyeler düzmeyeceğim. (1950'lerin New York televizyon dünyasını konu edinen Rat Race adlı harika psikolojik korku romanını da unutmamak gerek.)

Kariyerine ucuz bilim kurgu dergilerinde yazarak başlayan Bester, buradan çizgi romanlara geçmiş, Süperman, Yeşil Fener ('Yeşil Fener Yemini'ni o yaratmıştır) ve birçok başka karakterde yazarlık yaptı ve oradan da radyoya geçerek Charlie Chan ve The Shadow adlı radyo oyunlarında çalıştı. Bir konuşmasında çok iş değiştirmesi hakkında şunları söylemişti:  "Çizgi roman günleri bitmişti ama görsellik, çarpıcılık, diyalog kurma konusunda ve ekonomik konuşmalar oluşturmakta harika bir eğitim almış oldum."

Bester, 60'lı ve 70'li yılların başındaki radikal "Yeni Dalga" akımı ve 1980'lerdeki "cyberpunklar" tarafından eskiler ('İlk bilim kurgucular') arasından referans noktası olarak gösterilen çok az yazardan - belki de tek- biridir. "Cyberpunk"ın doğup çiçeklenmesinden üç yıl sonra, 1987'de öldüğünde, 80'li yıllardaki bilim kurgu yazar kuşağı ona, özellikle elinizde tuttuğunuz bu kitaba çok şey borçlular.

Kaplan! Kaplan! her şeyden önce mükemmel bir 'cyberpunk' romanıdır: Uluslararası işbirliği entrikası içeren 'protocyber’ öğeler; tehlikeli ama aynı zamanda gizemli ve hiper-bilimsel PyrE; ahlaksız bir kahraman; çok soğukkanlı bir kadın hırsız...

On yıl gibi bir zaman dilimini önceden gören Kaplan! Kaplan!'ı diğer pek çok cyberpunk romanlarından daha da ilginç kılan bütün bunları, Gully Foyle karakterinin tüm biçim değiştirmeleri sırasında (eğer tüm karakterlere yeterince sayfa ve yer ayrılırsa, her biri Tanrı olur) ahlaklı bir adam oluşuna bizleri tanık edişinde yatar. Kaplan dövmeleri, onu iradesini kontrol etmeyi öğrenmeye zorlar. Duygusal durumu anında yüzüne yansır -ki bu da onun kızgınlığın ve yok etmenin ötesine götürüp yeniden rahme, her şeyin doğup başladığı yere dönmesini sağlar. Kitap ayrıca bize harika bir rahim sıralaması verir: tabut, Göçebe, Goufre Martel, St. Patrick ve son olarak yeniden Göçebe). Aslında bize bundan fazlasını verir:

Doğuş.
Simetri.
Nefret.

Bir uyarı notu: Kitabın içeriği, okuyucunun alışık olduğu diğer kitaplardan daha fazla çaba gerektiriyor. Eğer ilk kez şu anda yazılıp basılmış olsaydı yazar bize şiddeti ima etmez gösterirdi. Tıpkı Goufre Martel'den sonraki gece, güneş doğup kızın adamın yüzünü görmesinden önce, çimenlikteki seksi izlemememize izin verilebileceği gibi...

Öyleyse yeniden 1956 yılında olduğunuzu düşünün. Gully Foyle ile tanışmak ve nasıl jauntelenildiğini öğrenmek üzeresiniz. Geleceğe gidecek olan yoldasınız.

*The Demolished Man ülkemizde Anarşist (1971) adıyla, Reha Pınar çevirisiyle; 24. Yüzyılda Cinayet (1983) adıyla, Selma Mine çevirisiyle ve Yıkıma Giden Adam (2000) adıyla, Berna Kılınçer ve Çetin Şan çevirisiyle yayınlanmıştır.

Türkçesi: Hakan Aytutucu